Asa-yı Musa — İkinci Hüccet-i Îmaniye (Otuz İkinci Sözün Birinci Mevkıfı)




Bir Ramazan gecesinde, şu kelâm-ı tevhidînin on bir cümlesinin her birinde birer tevhid mertebesi ve birer müjde bulunduğunu ve o mertebelerden yalnız Lâ şerîke leh’deki mânâyı basit, avâmın fehmine gelecek bir muhâvere-i temsiliye ve bir münâzara-i faraziye tarzında ve lisân-ı hali, lisân-ı kàl sûretinde söylemiştim. Bana hizmet eden kıymettar kardeşlerimin ve mescid arkadaşlarımın arzuları ve istemeleri üzerine, o muhâvereyi yazıyorum. Şöyle ki:
Bütün tabiatperest, esbâbperest ve müşrik gibi umum enva-ı ehl-i şirkin ve küfrün ve dalâletin tevehhüm ettikleri şeriklerin nâmına bir şahıs farz ediyoruz ki; o şahs-ı farazî, mevcudât-ı âlemden bir şeye rab olmak istiyor ve hakiki mâlik olmak dâvâ etmektedir.
İşte o müddeî, evvelâ mevcudâtın en küçüğü olan bir zerreye rast gelir. Ona rab ve hakiki mâlik olmakta olduğunu, zerreye tabiat lisâniyle ve felsefe diliyle söyler.
O zerre dahi, hakikat lisâniyle ve hikmet-i Rabbânî diliyle der ki:
"Ben hadsiz vazifeleri görüyorum. Ayrı ayrı her masnua girip işliyorum. Bütün o vezâifi bana gördürecek, sende ilim ve kudret varsa; hem, benim gibi, had ve hesâba gelmeyen zerrât, içinde beraber gezip
HAŞİYE iş görüyoruz. Eğer bütün emsâlim o

1 Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.
Eğer göklerde ve yerde Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, ikisi de harab olup giderdi. (Enbiyâ Sûresi: 22.)

2 Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur; O birdir. Allah bir olur; ortağı yoktur. Mülk Onundur. Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet Ona mahsustur ve Ona lâyıktır. Hayatı veren ve devam ettiren yine Odur. Ölümü de yaratan ve bâkî âleme alan Odur. O ezelî ve ebedî hayat sahibidir. Her hayır Onun elindedir; yapılan her hayrı da kaydeder ve karşılığını verir. Herşeye gücü yeter ve hiçbir şey Ona ağır gelmez. Dönüş yalnız Onadır. (Buhârî, Ezan: 155, Teheccüd: 21; Müslim, Zikir: 28, 30; Ebû Dâvud, Vitr: 24.)

Hâşiye
Evet, müteharrik herbir şey, zerrâttan seyyârâta kadar, kendilerinde olan sikke-i samediyet ile vahdeti gösterdikleri gibi, harekâtlarıyla dahi gezdikleri bütün yerleri vahdet nâmına zapt ederler; kendi mâlikinin mülküne idhâl ederler. Hareket etmeyen masnuât ise, nebâtâttan nücûm-u sevâbite kadar birer mühr-ü vahdâniyet hükmündedirler ki, bulunduğu mekânı kendi Sâniinin mektubu olduğunu gösterirler.
Demek, her bir nebat, herbir meyve, birer mühr-ü vahdâniyet, birer sikke-i vahdettirler ki, mekânlarını ve vatanlarını, vahdet nâmına, Sâni’lerinin mektubu olduğunu gösterirler.
Elhâsıl, her bir şey, hareketiyle bütün eşyayı vahdet nâmına zapt eder. Demek, bütün yıldızları elinde tutmayan, birtek zerreye rab olamaz.