"Böyle serseri gezdiğinden, sahipsiz olduğunu gösteriyorsun. Öyle ise sen benim olabilirsin."
O vakit, küre-i arz, hak nâmına ve hakikat diliyle, gök gürültüsü gibi bir sadâ ile ona der ki:
"Halt etme! Ben nasıl serseri, sahipsiz olabilirim? Benim elbisemi ve elbisemin içindeki en küçük bir noktayı, bir ipi intizamsız bulmuş musun ve hikmetsiz ve san’atsız görmüş müsün ki, bana sahipsiz, serseri dersin? Eğer hareket-i seneviyem ile takrîben yirmi beş bin senelik
Hâşiye 2
bir mesafede, bir senede gezdiğim ve kemâl-i mîzan ve hikmetle vazife-i hizmetimi gördüğüm daire-i azîmeye hakiki mâlik olabilirsen; ve kardeşlerim ve benim gibi vazifedar olan on seyyâreye ve gezdikleri bütün dairelere ve bizim imamımız ve biz onunla bağlı ve câzibe-i rahmetle ona takılı olduğumuz güneşi icad edip yerleştirecek ve sapan taşı gibi beni ve seyyârât yıldızları ona bağlayacak ve kemâl-i intizam ve hikmetle döndürüp istihdam edecek bir nihayetsiz hikmet ve nihayetsiz kudret sende varsa, bana rubûbiyet dâvâ et. Yoksa, haydi cehennem ol, git! Benim işim var; vazifeme gidiyorum.
"Hem bizlerdeki haşmetli intizamât ve dehşetli harekât ve hikmetli teshîrât gösteriyor ki, bizim ustamız öyle bir Zâttır ki, bütün mevcudât, zerrelerden yıldızlara ve güneşlere kadar emirber nefer hükmünde Ona mutî ve musahhardırlar. Bir ağacı meyveleriyle tanzim ve tezyin ettiği gibi, kolayca güneşi seyyârâtla tanzim eder bir Hakîm-i Zülcelâl ve Hâkim-i Mutlaktır."
Sonra, o müddeî, yerde yer bulamadığı için gider, güneşe kalbinden der ki: "Bu çok büyük birşeydir. Belki içinde bir delik bulup, bir yol açarım, yeri de musahhar ederim." Güneşe şirk nâmına ve şeytanlaşmış felsefe lisâniyle, mecusîlerin dedikleri gibi der ki: "Sen bir sultansın. Kendi kendine mâliksin, istediğin gibi tasarruf edersin."
Güneş ise, hak nâmına ve hakikat lisâniyle ve hikmet-i İlâhiye diliyle ona der:
"Hâşâ, yüz bin defa hâşâ ve kellâ! Ben musahhar bir memurum. Seyyidimin misafirhânesinde bir mumdârım. Bir sineğe, belki bir sineğin kanadına dahi hakiki mâlik olamam. Çünkü sineğin vücudunda öyle mânevî cevherler ve göz, kulak gibi antika san’atlar var ki, benim dükkânımda yok, daire-i iktidarımın haricindedir" der, müddeîyi tekdir eder.
Sonra, o müddeî döner, firavunlaşmış felsefe lisâniyle der ki: "Mâdem kendine mâlik ve sahip değilsin, bir hizmetkârsın; esbâb nâmına benimsin" der.
O vakit güneş, hak ve hakikat nâmına ve ubûdiyet lisâniyle der ki: "Ben öyle birinin olabilirim ki, bütün emsâlim olan ulvî yıldızları icad eden ve semâvâtında
Hâşiye 2
Bir dairenin takrîben nısf-ı kutru yüz seksen milyon kilometre olsa, o daire-kendisi-takrîben yirmi beş bin senelik mesafe olur.