dayandırmaktadır. İstanbul’a ilk geldiği yıllara rastlayan ve Meşrûtiyetin ilanı ile birlikte başlayan çok partili dönemde siyaseti dine hizmetkar kılmak için hürriyet ve meşrûtiyeti meşrûiyet sınırları içinde tasvip etmiş; o zamanın hürriyetçileri olan "Ahrar" fırkasını desteklemiş; cumhuriyeti kuranlara "İslâmiyete sım sıkı sarılmaları halinde muvaffak olacakları" telkininde bulunmuş; 1946’dan sonraki çok partili dönemde ise mevcut siyasî ortamı dine ve vatana en faydalı şekle getirme gayreti içinde olmuştur. DP’yi desteklerken yine Meşrûtiyet dönemindeki ölçülerle hareket etmiştir.
Yalancılık ve insanları aldatma üzerine kurulu tarafgirâne ve muannidâne siyasetçilikten, Eski Said döneminde de, Yeni Said döneminde de uzak durmuş, Allah’a sığınmıştır. Hayat-ı içtimaiyeyi zehirlendiren ve ahlâk-ı rezileyi sebebiyet veren yalancılığın siyaset tarafından çok kullanıldığını 1911’de neşrettiği Hutbe-i Şâmiye adlı eserinde dile getirirken siyasetten uzak durmasının sebeplerini de bu vesîle ile ifade etmiştir. Siyasetin gaddar düsturu ile yapılan tarafgirliklerin meydana getirdiği zulümleri nazara vererek, gerek talebelerini, gerekse siyasetçileri hem Eski Said döneminde, hem de Kastamonu ve Emirdağ hayatında ikazlarına devam etmiştir.
Bütün bu tesbitlerin ışığında görüyoruz ki, Bediüzzaman, Eski Said döneminde hangi ölçüler ile hareket etmiş ise, Yeni Said ve Üçüncü Said döneminde de aynı ölçüler ile hareket etmiştir. Tavrında meydana