Şimdi ise köklerine ve erkânına şiddetli ve cemaatli bir sûrette taarruz var.
O dîvanlar ve risâlelerin çoğu has mü’minlere ve fertlere hitap ederler; bu zamanın dehşetli taarruzunu def edemiyorlar. Risâleti’n-Nur ise, Kur’ân’ın bir mânevî mu’cizesi olarak îmânın esâsâtını kurtarıyor ve mevcut îmandan istifâde cihetine değil; belki çok deliller ve parlak bürhanlar ile, îmânın ispatına ve tahkîkine ve muhâfazasına ve şübehâttan kurtarmasına hizmet ettiğinden, herkese bu zamanda ekmek
gibi, ilâç gibi lüzûmu var olduğunu dikkatle bakanlar hükmediyorlar.
O dîvanlar derler ki: "Velî ol, gör. Makâmata çık, bak; nurlan, feyizleri al."Risâleti’n-Nur ise der: "Her kim olursan ol; bak, gör, yalnız gözünü aç, hakîkati müşâhede et, saadet-i ebediyenin anahtan olan îmânını kurtar."
Risâleti’n-Nur, en evvel tercümânının nefsini iknâa çalışır, sonra başkalara bakar. Elbette nefs-i emmâresini tam iknâ eden ve vesvesesini tamamen izâle eden bir ders, gâyet kuvvetli ve hâlistir ki, bu zamanda cemaat şekline girmiş dehşetli bir şahs-ı mânevî-i dalâlet karşısında tek başıyla gâlibâne mukâbele eder.
Hem, Risâleti’n-Nur sâir ulemânın eserleri gibi yalnız aklın ayağı ve nazarıyla ders,vermez ve evliyâ