vaziyetim ihlal ediyordu. Şiddetli bir tokat yedim. Çünkü ben bu memlekette garip hükmündeyim, garibim. Hem, şekva olmasın, Üstadımın en mühim bir düsturu olan iktisada ve kanaate riayet etmediğimden, fakr-ı hâle manızum. Hodbîn, mağrur insanlarla ihtilata mecbur olduğumdan--Cenab-ı Hak affetsin- mürüvvetkarane bir sûrette riyaya ve tabasbusa da mecbur oluyordum Üstadım çok defa beni îkaz ve ihtar ve tekdir ediyordu. Maatteessüf kendimi kurtaramıyordum. Halbuki, Kur’ân-ı Hakîmin rûh-u hizmetine zıt olan bu vaziyetimden şeytan-ı cinnî ve insî istifade etmekle beraber hizmetimize de bir soğukluk, bir fütur veriyordu.
İşte ben bu kusuruma karşı şiddetli-fakat inşaallah şefkatli-bir tokat yedim. Şüphemiz kalmadı ki, bu tokat, o kusura binaen gelmiş. O tokat da şudur: Sekiz senedir ben Üstadımın hem muhatabı, hem müsevvidi, hem mübeyyizi olduğum halde, sekiz ay kadar Nurlardan istifade edemedim. Bu hale hayret ettik. Ben de ve Üstadım da, "Bu neden böyle oluyor?" diye esbab arıyorduk. Şimdi katî kanaatimiz geldi ki, o hakaik-ı Kur’âniye nurdur, ziyadır. Tasannû, temelluk, tezellül zulmetleriyle birleşemiyor. Onun için, bu nurların hakîkatlerinin meali benden uzaklaşıyor tarzında bulunarak bana yabanî görünüyor, yabanî kalıyordu. Cenâb-ı Haktan niyaz ediyonım ki, bundan