Tahkiki ifade eden
’deki nükte şöyle tasvir edilebilir ki:
herhangi bir cümlede bulunursa, o cümlenin damını deler, hakikate nüfuz eder. Ve o davayı veya hükmü aşağıya indirir. Hakikate yapıştırmakla, o hükmün hayali veya zanni veya mevzu veya hurafe hükümlerden olmadığını ve ancak hakaik-i sabiteden olduğunu ispat eder. Bu cümlede
’nin hususi nüktesi, bu ayetin muhatabı olan Hazret-i Muhammmed’e (a.s.m.) şek ve inkar bulunmadığı halde şek ve inkarı ref etmek şe’ninde olan
ile karşılanması, onların iman etmesi için peygamberin (a.s.m.) şiddet-i hırsına işarettir.
* kelimesi ise, göze görünmezden evvel akla görünen garip ve yeni hakikatlere bir vasıta-i işarettir. Bunun içindir ki, hakikatleri tebdil ve tecdid eden ve inkılapları tasvir için kullanılan işaret ve vasıtalardan en çok kullanılan
ve emsalidir.
Kur’an’ın tecellisiyle çok neviler silindi, hakikatler yıkıldı. Onlara bedel, yeni yeni neviler, hakikatler teşekkül etti. Evet, zaman-ı cahiliyete bak: O zamanda bütün neviler milli rabıtalar üzerine teşekkül ettiği gibi, içtimai hakikatler de taassub-u kavmi üzerine bina edilmişti. Kur’an’ın tecellisiyle o rabıtalar kesildi, o hakikatler tahrip edildi. Onlara bedel, dini rabıtalar üzerine yeni neviler ve hakikatler ihdas edildi. Evet, Şems-i Kur’an’ın tuluu ile, bazı kalbler, onun ziyasıyla tenevvür etti. Ve mü’minlerin nev’ini temyiz ve tayin eden bir hakikat-i nuraniye meydana geldi. Kezalik, o keskin ziya karşısında, mezbeleye benzeyen bazı pis kalbler de yanıp kömür oldular. Ve o kafirlerin nev’ini ilan eden zehirli bir hakikat-i küfriye husule geldi. İşte bu hakikat-i küfriyeye işaret için
zikredilmiştir. Maahaza, her iki
arasında tam bir münasebet vardır. Çünkü, herbirisi birbirine zıt olan bir hakikate işarettir.
Ve keza, harf-i tarif olan
’in ifade ettiği beş manayı
’de ifade ediyor. O manaların en meşhuru, ahiddir. Yani, gerek
’den, gerek
’den, mahut ve malum birşey kasdedilir. Binaenaleyh, Ebu Cehil, Ebu Leheb, Ümeyye ibni Halef ve saire gibi mahut ve meşhur büyük kafirlere
ile işaret
* Onlar ki.