İran’ın, Hazret-i Ömer’in (r.a.) âdilâne darbesiyle devletleri mahv ve milletlerinin gururu kırıldığı için Şîalar Âl-i Beyt muhabbeti perdesi altında Hazret-i Ömer’e (r.a.) ve Hazret-i Ebû Bekir’e (r.a.) ve dolayısıyla Ehl-i Sünnet ve Cemaate dâimâ müntakimâne, fırsat buldukça tecâvüz etmişler.
· Üçüncü Esas: Vehhâbilerin azîm imamlarından ve acîb dehâları taşıyan meşhur lbni Teymiye ve lbni Kayıme’l-Cevzî gibi zâtlar Muhyiddîn-i Arab (k.s.) gibi azîm evliyâya karşı fazla hücum ettikleri ve güyâ mezheb-i Ehl-i Sünneti Şîalara karşı Hazret-i Ebû Bekir’in (r.a.) Hazret-i Ali’den (r.a.) efdaliyetini müdâfaa ediyorum diyerek, Hazret-i Ali’nin (r.a.) kıymetini çok düşürüyorlar. Hârika fazîletlerini âdileştiriyorlar. Muhyiddîn-i Arab (k.s.) çok evliyâyı inkâr ve tekfir ediyorlar. Hem, Vehhâbiler kendilerini Ahmed İbni Hanbel mezhebinde saydıkları için, Ahmed İbni Hanbel Hazretleri bir milyon hadîsin hâfızı ve râvîsi; ve şiddetli olan Hanbelî mezhebinin reisi ve halkı Kur’ân meselesinde cihanpesendâne salâbet ve metânet sahibi bir zât olduğundan, onun bir derece zâhirî ve mutaassıbâne ve Alevîlere muhâlefetkârâne mezhebinden din nâmına istifade edip, bir kısım evliyânın türbelerini tahrip ediyorlar ve kendilerini haklı zan ediyorlar. Halbuki, bir dirhem hakları varsa, bazen on dirhem ilâve ediyorlar.
İkinci Nükte
Şu Vehhâbi meselesinin âlem-i İslâmın Ananesi îtibâriyle nasıl ki üç esası var; öyle de, âlem-i insâniyet îtibâriyle dahi üç esâsı vardır:
· Birincisi: Ehl-i dünyanın ve maddî tarihin nazarıyla, nev-i beşerin hayat-ı içtimâiyesi noktasında bakılsa, görülüyor ki hayat-ı içtimâiye-i siyâsiye îtibâriyle, beşer, birkaç devri geçirmiş. Birinci devri vahşet ve bedevîlik devri, ikinci devri memlûkiyet devri, üçüncü devri esir devri, dördüncüsü ecir devri, beşincisi mâlikiyet ve serbestiyet devridir. Vahşet devri dinlerle, hükümetlerle tebdil edilmiş; nimmedeniyet devri açılmış. Fakat, nev-i beşerin zekîleri ve kavîleri, insanların bir kısmını abd ve memlûk ittihaz edip, hayvan derecesine indirmişler. Sonra bu memlûkler dahi bir intibâha düşüp, gayrete gelerek, o devri esir devrine çevirmişler; yani, memlûkiyetten kurtulup, fakat
olan zâlim düsturuyla yine insanların kavîleri zaiflerine esir muâmelesi yapmışlar. Sonra, ihtilâl-i kebîr gibi çok inkılâplarla, o devir de ecîr devrine inkılâp etmiş. Yani, zenginler olan havas tabakası, avâmı ve fukarâyı ücret mukâbilinde hizmetkâr ittihaz etmesi, yani sermaye sahipleri ehl-i sa’yi ve ameleyi küçük bir ücrete mukâbil istihdam etmeleridir. Bu devirde sû-i istimâlât o dereceye vardı ki, bir sermâyedar, kendi yerinde oturup, bankalar vâsıtasıyla bir günde bir milyon kazandığı halde; bir bîçare amele, sabahtan akşama kadar, tahte’1-arz mâdenlerde çalışıp,
Hazret-i Ali sevgisinden dolayı değil, bilâkis, Hazret-i Ömer kızgınlığından.