hakikati
’ı istilzam ediyor
da, imânın beş rüknünü tazammun ettiği gibi, sıfât-ı rububiyete de mazhar ve mir’attır. Bu sırra binaendir ki;
imânın mizan ve terazisinde
ile karîn ve muvazi olmuştur. Nübüvvet, sıfât-ı rububiyete nâzır ve mazhar olduğundan, umumî bir câmiiyete mâliktir. Velâyet ise, hususî ve cüz’îdir. Aralarındaki nispet
ile
arasındaki nispet gibidir ki, birisinde izafe umumîdir, ötekisinde hususidir. Veya arzdan Arşa olan miracla secdedeki miraç arasında veya Arşla kalb arasındaki nispet gibidir.
Arkadaş! Şu yüksek olan matluba zikrettiğimiz bürhanlar, matlubu ihata eden bir dairedir. Matlup olan vücub-u vücud ve vahdet o dairenin merkezindedir. Daireyi teşkil eden bürhanların herbirisi, parmağını uzatıp, matlubun hak ve sadık olduğuna imza atıyorlar. O bürhanlardan zayıf olanların aralarında tesanüd vardır. Yani, birbirini teyid ve takviye etmekle, zayıf bürhanların zâfiyeti zâil olur. Zâil olmasa bile itibardan düşmez. İtibardan düşse bile, dairenin bozulmasına sebep olmaz. Ancak daire küçülür.
Maahaza, bürhanların heyet-i mecmuasına terettüb eden matlubun kuvvet ve vuzuhunu her fertten istemek ve her fertte aramak, aklın hastalığına, zihnin cüz’iyetine işaret olup, matlubu red ve inkâr için bir zemin teşkil ediyor. Binaenaleyh, bir bürhana bakıldığı zaman zâfiyetten dolayı vehimler başgösterirse, öteki bürhanlardan süzülen kuvvetle ortada zâfiyet kalmaz; vehimler de dağılır.
Maahaza bazı bürhanlar suya benziyor; bir kısmı da havaya benziyor, bir kısmı da ziya gibidir. Binaenaleyh, bu gibi bürhanları gayet lâtif ve dikkatli ince bir fikirle arayıp tutmalıdır ki, dökülmesin, sönmesin, uçmasın.
• • •