Mesnevi-i Nuriye Lasiyyemalar

6. Taallûk ettiği şeyler pek karışık olmakla beraber, büyük bir imtiyaz-ı mutlak ve adem-i iltibasla yapılıyor.
7. Mahall-i taallûku gayr-ı mütenahi olmakla beraber, eserlerinde çirkinlik görünmez, ahsen şekilde husule gelir.
8. Efrad ve envâ arasında, bu’d-u mutlak ile beraber, tevafuk-u mutlak var.
Arkadaş! Bu fıkraların herbirisi tek başına da o sikkeyi izhar etmeye kâfidir.
Bakınız, en harika bir sehavetle en harika bir hüsn-ü san’at, muhit bir kudretin hassasıdır.
Ve intizamla beraber harika bir suhulet, hiçbirşeyden âciz olmayan muhit bir ilim sahibine mahsustur.
Tartılmış gibi gayet mizanlı olmakla beraber, mucizâne bir sür’at-i mutlaka, herşeyi emrine ve kudretine teshir eden Zâta mahsustur.
Nevilerin pek dağınık bulunmasından, pek geniş bir tasarrrufla harika bir hüsn-ü san’at, ilim ve kudretiyle herşeyin yanında bulunan Zâta hastır.
Kesret ve mebzuliyetle beraber her ferdin san’at itibarıyla kıymettar olması, sonsuz bir zenginlikle gayr-ı mütenahi hazinelere malik olan Zâta mahsustur.
Efradın ziyadesiyle karışık olmasıyla beraber iltibassız ve fevkalâde imtiyaz ve teşahhuslara mazhar olmaları, herşeye basîr ve herşeye şehîd ve herbir fiili kendisini diğer bir fiilden men etmeyen Zâta mahsustur.
Ve keza, arzda dağınık bulunan efrad arasındaki uzaklıkla beraber, suretçe, vücutça, teşkilâtça aralarında husule gelen tevafuk, küre-i arz yed-i tasarrufunda, ilminde, hükmünde, hikmetinde bulunan Zâta mahsustur.
Ve keza, nev’in kesret-i efradıyla beraber her ferdin harikulâde bir hüsn-ü hilkate mâlik olması, Kadîr-i Mutlaka hastır ki, az çok, küçük ve büyük herşey Ona nisbeten birdir.
Geçen fıkraların herbirisinde, herşeyin tek bir Sâniin sun’u ve san’atı olduğuna delâlet eden başka bir âyet daha vardır. Evet, sehavetle kuvve-i iktisadiye arasında ve sür’atle mizanlı olmak arasında ve ucuzlukla kıymetli olmak arasında ve karışık olmakla mümtaz bulunmak arasında tezat vardır. Bu zıtları bir fiilinde cem etmek, ancak kudreti hadsiz bir Sâni-i Kadîre mahsustur.
Hülâsa: Herbir fıkra, tek başına hâtem-i ehadiyeti izhara kâfi olduğu takdirde, fıkraların heyet-i içtimaiyesi pek zahir bir tarik-i evlâ ile hâtem-i ehadiyeti gösterir. İşte bu izahtan, âyet-i kerîmesinin sırrı zahir oldu. Yani, o inatlı münkire, "Hâlık-ı Semavat ve Arz kimdir?" diye sorulduğu zaman, çar u nâçâr, "Allah’tır" diyecektir.
Arkadaş! Ulûhiyet, risalet, ahiret, kâinat arasında hakikatte telâzum vardır. Yani, bunlardan birisinin vücut ve sübutu, ötekisinin de vücut ve sübutunu istilzam eder. Birisine iman, ötekisine de imanı icab ettirir.
Evet, meselâ, herbir kelimesi bir kitabı ve herbir harfi bir satırı içerisinde tutan bir kitabın, kâtipsiz vücudu

"And olsun ki, onlara ’Gökleri ve yeri yaratan kimdir?’ diye sorsan, elbette ’Allah’ derler." Lokman Suresi, 31:25.