muvaffak olsun. Zira öyle bir hiss-i nâim ikaz edilmezse, sa’y hebâen gider ve muvakkat olur. İşte en büyük dahi ancak bir veya iki hissin ikazına muvaffak olabilmiştir. Ezcümle: Hiss-i hürriyet ve hamiyet ve muhabbet.
Bu noktaya binaen, Ceziretü’l-Arap sahrâ-i vesîasında olan akvam-ı bedevîde kâmine ve nâime ve mesture olan hissiyat-ı âliye-ki, binlere bâliğdir-birden inkişaf, birden ikaz, birden feveran ve galeyana getirmek, şems-i hakikatin, ziya-yı şulefeşanın hassasıdır. Bu Noktayı aklına sokmayanın, biz Ceziretü’l-Arabı gözüne sokacağız. İşte Ceziretü’l-Arap... On üç asır beşerin terakkiyatından sonra, en mükemmel filozoflardan yüz taneyi göndersin, yüz sene kadar çalışsın; acaba bu zamana nispeten o zamana nispet yaptığının yüzde birini yapabilir mi?
İşaret
Kim tevfik isterse, âdetullah ve hilkat ve fıtrat ile âşinalık etmek ve dostluk etmek gerektir. Yoksa, fıtrat tevfiksizlikle bir cevab-ı red verecektir. Cereyan-ı umumî ise, muhalif harekette bulunanları adem-âbâd hiçahiçe atacaktır.
İşte buna binaen temaşa et. Göreceksin ki, hilkatte cârî olan kavanîn-i amîka-i dakika-ki hurdebîn-i akılla görülmez-hakaik-i şeriat ne derecede mürâat ve muarefet ve münasebette bulunmuşlardır ki, o kavanin-i hilkatin muvazenesini muhafaza etmiştir. Evet, şu a’sâr-ı tavîlede şu müsademat-ı azîme içinde hakaikini muhafaza, belki daha ziyade inkişafa getirdiğinden gösterir ki, Resul-i Ekrem Aleyhisselâmın mesleği, hiçbir vakit mahvolmayan hak üzerine müessestir.
Şu Nükte ve Noktaları bildikten sonra, geniş ve muhakemeli ve müdakkik bir zihinle dinle ki: Muhammed-i Hâşimî Aleyhissalâtü Vesselâm ümmiyeti ve adem-i kuvvet-i zahiresi ve adem-i hâkimiyeti ve adem-i meyl-i saltanatla beraber, gayet hatarlı mevakide kemal-i vüsuk ile teşebbüs ederek