Sikke-i Tasdîk-i Gaybî — Hüve Nüktesi

Demek, ya herbir zerre ve herbir parça havada nihayetsiz bir hikmet ve nihayetsiz bir ilmi, irâdesi ve nihayetsiz bir kuvveti, kudreti ve bütün zerrâta hâkim-i mutlak bir hâssaları bulunmak lâzımdır ki, bu işlere medâr olabilsin. Bu ise, zerreler adedince muhâl ve bâtıldır. Hiçbir şeytan dahi bunu hatıra getiremez. Öyle ise, bu sahife-i havanın, hakkalyakîn, aynelyakîn, ilmelyakîn derecesinde bedâhetle, Zât-ı Zülcelâlin hadsiz gayr-i mütenâhî ilmi ve hikmetle çalıştırdığı kalem-i kudret ve kaderin mütebeddil sayfası ve bir levh-i mahfuzun âlem-i tegayyürde ve mütebeddil şuûnâtında bir levh-i mahv, ispat nâmında yazar bozar tahtası hükmündedir.
İşte, hava unsurunun yalnız nakl-i asvât vazifesinde, mezkûr cilve-i Vahdâniyeti ve mezkûr acâibi gösterdiği ve dalâletin hadsiz muhâliyetini izhâr ettiği gibi, unsur-u havâînin sâir ehemmiyetli vazifelerinden biri de elektrik, câzibe, dâfia, ziyâ gibi sâir letâifin naklinde şaşırmadan, muntazaman, asvât naklindeki vazifeyi gördüğü aynı zamanda, bu vazifeleri dahi gördüğü aynı zamanında, bütün nebâtât ve hayvanâta teneffüs ve telkih gibi hayata lüzumu bulunan levâzımâtı, kemâl-i intizam ile yetiştiriyor. Emir ve irâde-i İlâhiyenin bir arşı olduğunu katî bir sûrette ispat ediyor ve serseri tesadüf ve kör kuvvet ve sağır tabiat ve karışık, hedefsiz esbâb ve âciz, câmid, câhil maddeler, bu sahife-i havâiyenin kitâbetine ve vazifelerine karışması, hiçbir cihetle ihtimâl ve imkânı bulunmadığını aynelyakîn derecesinde ispat ettiğini katî kanaat getirdim. Ve herbir zerre ve herbir parça, lisân-ı hal ile ve dediklerini bildim ve bu anahtarı ile havanın maddî cihetindeki bu acâibi gördüğüm gibi, hava unsuru da bir olarak âlem-i misâl ve âlem-i mânâya bir anahtar oldu.
Gördüm ki, âlem-i misâl, nihayetsiz fotoğraflar ve herbir fotoğraf hadsiz hâdisât-ı dünyeviyeyi aynı zamanda, hiç karıştırmayarak alıyor. Binler dünya kadar büyük ve geniş bir sinema-i uhreviye; ve fâniyâtın, fânî ve zâil hallerini ve vaziyetlerini ve geçici hayatlarının meyvelerini sermedî temâşâgâhlarda ve Cennette saadet-i ebediye ashâblarına dünya mâceralarını ve eski hâtıralarını, levhaları ile gözlerine göstermek için pek büyük bir fotoğraf makinesi olarak bildim.
Hâşiye
Hem levh-i mahfuzun, hem âlem-i misâlin iki hücceti ve iki küçük numunesi ve iki noktası, insanın başında olan kuvve-i hâfıza ve kuvve-i hayaliye, mercimek küçüklüğünde iken, hiç karıştırmayarak, kemâl-i intizam ile içlerinde bir büyük kütüphâne kadar mâlûmâtın yazılması, katî ispat eder ki, o iki kuvvenin numune-i ekber ve âzamları, âlem-i misâl ile levh-i mahfuzdur.
Hava ve su unsurlarının, hususan nutfelerin suyu ve hava unsuru, toprak unsurunun pek fevkınde, daha ziyâde hikmet ve irâde ile ve kalem-i kader ve kudret ile yazıldıkları ve tesadüf ve kör kuvvetin ve sağır tabiatın ve câmid ve hedefsiz esbâbın karışması yüz derece muhâl ve hiçbir cihetle mümkün olmadığı; ve Hakîm-i Zülcelâlin kalem-i kader ve hikmetinin sayfası olduğu ilmelyakîn ile, katî bilindi.
Mütebâkisi şimdilik yazdırılmadı. Umuma binler selâm.

Kardeşiniz
Said Nursi
• • •

Hâşiye
Fakat zâhir hakikatler gibi kuvvetli bürhanlarla ve hüccetlerle ispat etmeye zaman ve zemin, hal ve vaziyet müsaade etmediğinden kısa kesildi.

"Gördüm ki, âlem-i misâl" ile başlayan paragraftan, buraya kadar olan kısım Üstadımızın Gençlik Rehberi adlı eserinden buraya da alınmıştır. (Nâşirler)