Sikke-i Tasdîk-i Gaybî — Na'büdü Nüktesi

Üçüncü bir daire içinde, hayret-engiz, zâhiren ve keyfiyeten küçük, hakikaten ve vazifeten ve kemiyeten büyük, bir küçük âlemi gördüm ki, zerrât-ı vücudiyemden tâ havâss-ı zâhiriyeme kadar, taife taife vazife-i ubudiyetle ve şükrâniye ile meşgul bir cemaat gördüm. Bu dairede, kalbimdeki lâtife-i Rabbâniyem, -1- o cemaat namına diyor. Nasıl, evvelki iki cemaatte de lisanım o iki cemaat-i uzmâyı niyet ederek demişti.
Elhasıl, -2- nun’u şu üç cemaate işaret ediyor. İşte bu hâlette iken, birden Kur’ân-ı Hakîmin tercümanı ve mübelliği olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın, Medine-i Münevvere denilen mânevî minberinde, şahsiyet-i mâneviyesi haşmetiyle temessül ederek,
-3- hitabını, mânen herkes gibi ben de işitip, o üç cemaatte herkes benim gibi -4- ile mukabele ediyor tahayyül ettim. -5- kaidesince, şöyle bir hakikat fikre göründü ki:
Madem bütün âlemlerin Rabbi, insanları muhatap ittihaz edip umum mevcudatla konuşur; ve şu Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, o hitab-ı izzeti, nev-i beşere, belki umum zîruha ve zîşuura tebliğ ediyor. İşte, bütün mazi ve müstakbel, zaman-ı hazır hükmüne geçti; bütün nev-i beşer bir mecliste, safları muhtelif bir cemaat şeklinde olarak, o hitap, o suretle onlara ediliyor.
O vakit, herbir âyât-ı Kur’âniye, gayet haşmetli ve vüs’atli bir makamdan, gayet kesretli ve muhtelif ve ehemmiyetli muhatabından, nihayetsiz azamet ve celâl sahibi Mütekellim-i Ezelîden ve makam-ı mahbubiyet-i uzmâ sahibi tercüman-ı âlişanından aldığı bir kuvvet-i ulviyet, cezâlet ve belâgat içinde, parlak, hem pek parlak bir nur-u i’câzı içinde gördüm. O vakit, değil umum Kur’ân, ya bir sûre, yahut bir âyet, belki herbir kelimesi birer mucize hükmüne geçti -6- dedim; o ayn-ı hakikat olan hayalden, "na’büdü" nun’una girdiğim gibi çıktım ve anladım ki, Kur’ân’ın değil âyetleri, kelimeleri, belki -7- gibi bazı harfleri dahi mühim hakikatlerin nurlu anahtarlarıdır.
Kalb ve hayal, o nun-u ’den çıktıktan sonra, akıl karşılarına çıktı, dedi: "Ben de hisse isterim. Sizin gibi uçamam. Ayaklarım delildir, hüccettir. Ayn-ı ve -8- ’de, Mâbud ve Müsteân olan Hâlıka giden yolu göstermek lâzımdır ki, sizinle gelebileyim."

1 "Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz." Fâtiha Sûresi, 1:5.

2 Kulluk ederiz

3 "Ey insanlar, Rabbinize kulluk edin." Bakara Sûresi, 2:21.

4 Ancak sana ibadet ederiz. Fâtiha Sûresi, 1:5.

5 Birşey sabit olduğunda, bütün levazımatıyla birlikte sabit olur.

6 İman ve Kur’an nurundan dolayı Allah’a hamd olsun.

7 Kulluk ederiz

8 Yardım dileriz.