Evet, kardeşlerim, Hazret-i İsâ Aleyhisselam, İncil-i Şerifte demiş ki: "Ben gidiyorum, ta size tesellici gelsin. (Yani Ahmed Aleyhissalâtü Vesselam gelsin)" demesiyle Kur’an’ın beşere gayet büyük bir neticesi, bir gayesi, bir hediyesi, tesellisidir.
Evet, bu dehşetli kâinatın fırtınaları ve zeval ve tahribatları içinde ve bu boşluk nihayetsiz fezada herşeyle alâkadar olan insan için hakikî teselliyi ve istinat ve istimdat noktalarını yalnız Kur’an veriyor. En ziyade o teselliye muhtaç, bu zamanda, bu asırda en ziyade kuvvetli bir surette o teselliyi ispat eden, gösteren Risale-i Nur’dur. Çünkü zulümat ve evhamın menbaı olan tabiatı, o delmiş geçmiş, hakikat nuruna girmiş.
On Altıncı Söz gibi ekser parçalarında, hakaik-i imaniyenin yüzer tılsımlarını keşif ve izah edip, aklı inkârdan ve tereddütlerden kurtarmış. İşte bu hakikat içindir ki, bu çok usandırıcı ve dehşetli zamanda, usandırmayacak bir tarzda, çok tekrarla beraber, aklı başında olanları Risale-i Nur’la meşgul ediyor. Refet Beyin mektubunda dediği gibi, "Risale-i Nur’un en bâriz hâsiyeti, usandırmamak. Yüz defa okunsa, yüz birinci defa yine zevkle okunabilir." Pek doğru demiş. Risale-i Nur’un tercümanı, hakikî vazifesinin haricinde dünyadaki istikbaliyata ara sıra bakması, bir derece zahirî bir müşevveşiyet verir. Meselâ, bundan otuz kırk sene evvel diyordu: "Bir nur gelecek, bir nuranî âlemi göreceğiz" deyip, o mana geniş bir dairede ve siyasette tasavvur edilmiş.
Hem bundan on dört, on beş sene evvel, "Dinsizliği çevirenler müthiş semavi tokatlar yiyecekler" diye büyük, geniş, küre-i arz dairesindeki bu dehşetli hadiseyi, dar bir memlekette ve mahdut insanlarda tasavvur etmiş. Halbuki istikbal, o iki ihbar-ı gaybiyeyi tasavvurunun pek fevkinde tefsir ve tabir eyledi.
Evet, eski Said’in "Bir nur âlemi göreceğiz" demesi, Risale-i Nur dairesinin manasını hissetmiş, geniş bir dâire-i siyasiye tasavvur ettiği gibi; sırr-ı ’
nın remziyle, on üç, on dört sene sonra, "Dinsizliği, zındıklığı neşredenler, pek müthiş tokat yiyecekler" deyip o hakikatı dar bir dairede tasavvur etmiş. Şimdi zaman, o iki hakikati tam tabir ve tefsir etti.
Evet, başta Isparta vilayeti olarak Risale-i Nur dairesi birinci hakikati pek parlak ve güzel bir surette gösterdiği gibi; ikinci hakikati de, medeniyet-i sefihenin tuğyanını ve maddiyunluk
HAŞİYE
taununun aşılmasını çeviren ve idare eden ervah-ı habîsenin başlarına gelen bu dehşetli semavi tokatlar, geniş bir dairede, o sırr-ı ’
nın hakikatini tam tamına ispat etmiş.
Risale-i Nur, kat’î bürhanlara istinaden hükümleri, sâir hakaikte, aynı aynına, tevilsiz, tabirsiz hakikat çıkması ve yalnız işârât-ı tevafukiye ve sünuhat-ı kalbiyeye itimaden beyanatı, böyle dünyevî olan mesâil-i istikbaliyede neden bazan tabir ve tevile muhtaç oluyor diye hatırıma geldi.
HAŞİYE Evet, maddiyunluk taununun hastalığı nev-i beşere bu dehşetli sıtmayı ve küre-i arza bu titremeyi vermiştir.