Hem temessül-ü ervâha işaret eden Hazret-i Süleyman Aleyhisselâmın ifritleri celb ve teshîrine dâir âyetler, hem
-1- misillü bâzı âyetler, ruhânîlerin temessülüne işaret etmekle beraber, celb-i ervâha dahi işaret ediyorlar. Fakat, işaret olunan celb-i ervâh-ı tayyibe ise, medenîlerin yaptığı gibi, hezeliyât sûretinde bâzı oyuncaklara o pek ciddî ve ciddî bir âlemde olan ruhlara hürmetsizlik edip, kendi yerine ve oyuncaklara celb etmek değil, belki ciddî olarak ve ciddî bir maksad için Muhyiddin-i Arabî gibi zâtlar ki, istediği vakit ervâh ile görüşen bir kısım ehl-i velâyet misillü, onlara müncelib olup münâsebet peydâ etmek ve onların yerine gidip âlemlerine bir derece takarrüb etmekle ruhâniyetlerinden mânevî istifade etmektir ki, âyetler ona işaret eder ve işaret içinde bir teşviki ihsâs ediyorlar ve bu nevi san’at ve fünûn-u hafiyenin en ileri hududunu çiziyor ve en güzel sûretini gösteriyorlar.
Hem meselâ, Hazret-i Dâvud Aleyhisselâmın mu’cizelerine dâir
-2- âyetler delâlet ediyor ki, Cenâb-ı Hak, Hazret-i Dâvud Aleyhisselâmın tesbihâtına öyle bir kuvvet ve yüksek bir ses ve hoş bir edâ vermiştir ki, dağları vecde getirip birer muazzam fonoğraf misillü ve birer insan gibi, bir serzakirin etrafında ufkî halka tutup, bir daire olarak tesbihât ediyorlardı. Acaba bu mümkün müdür, hakikat midir?
Evet, hakikattir. Mağaralı her dağ, her insanla ve insanın diliyle, papağan gibi konuşabilir. Çünkü, aks-i sadâ vâsıtasıyla, dağın önünde sen "Elhamdülillâh" de; dağ da aynen senin gibi "Elhamdülillâh" diyecek. Mâdem bu kabiliyeti Cenâb-ı Hak dağlara ihsan etmiştir; elbette, o kabiliyet inkişaf ettirilebilir ve o çekirdek sünbüllenir.
İşte, Hazret-i Dâvud Aleyhisselâma, risâletiyle beraber hilâfet-i rûy-i zemini müstesnâ bir sûrette ona verdiğinden, o geniş risâlet ve muazzam saltanata lâyık bir mu’cize olarak o kabiliyet çekirdeğini öyle inkişaf ettirmiş ki, çok büyük dağlar birer nefer, birer şâkird, birer mürid gibi Hazret-i Dâvud’a iktidâ edip onun lisâniyle, onun emriyle, Hàlık-ı Zülcelâle tesbihât ediyorlardı. Hazret-i Dâvud Aleyhisselâm ne söylese, onlar da tekrar ediyorlardı. Nasıl ki, şimdi vesâit-i muhâbere ve vesâil-i irtibâtın kesret ve tekemmülü sebebiyle, haşmetli bir kumandan, dağlara dağılan azîm ordusuna bir anda "Allahü Ekber" dedirir ve o koca dağları konuşturur, velveleye
1 Derken ona Cebrâil’i gönderdik; o da aynen bir beşer sûretinde ona görünüverdi. (Meryem Sûresi: 17.)
2 Biz dağları onun emrine verdik ki, akşam sabah onunla beraber tesbih eder. (Sâd sûresi: 18.)
"Ey dağlar ve kuşlar, onunla beraber tesbih edin" dedik. Demiri de onun için yumuşattık. (Sebe’ Sûresi: 10.)
Bize kuşların dili öğretildi. (Neml Sûresi: 16.)
Kuşlar da onun etrafında toplanırdı. (Sâd Sûresi: 19.)