mücâveretleri var ve füccâr ve ebrârın karâbetleri ve bir meskende durmaları, zarar vermez; öyle de, tedâi-yi efkâr sâikasıyla, istemediğin pis hayalât gelip nezîh efkârın içine girse, zarar vermez. Meğer, kasden olsa veya zarar zannıyla, onunla ziyâde meşgul olsa. Hem, bâzan kalb yoruluyor; fikir, kendini eğlendirmek için rastgele bir şeyle meşgul olur. Şeytan fırsat bulur. Pis şeyleri önüne serpiyor, sürüyor.
Dördüncü Vecih
Amelin en iyi sûretini taharrîden neş’et eden bir vesvesedir ki; takvâ zannıyla teşeddüd ettikçe, hal ona şiddetlenir, hattâ bir dereceye varır ki, o adam, amelin daha evlâsını ararken, harama düşer. Bâzan bir sünnetin araması, bir vâcibi terk ettiriyor. "Acaba amelim sahih oldu mu?" der, iâde eder. Bu hal devam eder. Gayet ye’se düşer. Şeytan şu halinden istifade eder, onu yaralar. Şu yaranın iki merhemi var.
• Birinci merhem:
Bu gibi vesvese, ehl-i îtizâle lâyıktır. Çünkü, onlar derler: "Medâr-ı teklif olan ef’âl ve eşya, kendi zâtında, âhiret itibâriyle, ya hüsnü var, sonra o hüsne binâen emredilmiş; veya kubhu var, sonra ona binâen nehyedilmiş. Demek eşyada, âhiret ve hakikat nokta-i nazarında olan hüsün ve kubh, zâtîdir; emir ve nehy-i İlâhî ona tâbidir." Bu mezhebe göre, insan her işlediği amelde şöyle bir vesvese gelir: "Acaba amelim nefsü’l-emirdeki güzel sûrette yapılmış mıdır?"
Ammâ mezheb-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemaat derler ki: "Cenâb-ı Hak bir şeye emreder, sonra hasen olur; nehyeder, sonra kabih olur." Demek, emir ile, güzellik; nehiy ile, çirkinlik tahakkuk eder. Hüsün ve kubh, mükellefin ıttılâına bakar ve ona göre takarrür eder. Şu hüsün ve kubh ise, sûrî ve dünyaya bakan yüzünde değil, belki âhirete bakan yüzdedir. Meselâ, sen namaz kıldın veya abdest aldın. Halbuki, namazını ve abdestini fesada verecek bir sebep, nefsü’l-emirde varmış lâkin, sen ona hiç muttalî olmadın. Senin namazın ve abdestin hem sahihtir, hem hasendir. Mûtezile der: "Hakikatte kabih ve fâsiddir. Lâkin senden kabul edilir. Çünkü cehlin var, bilmedin ve özrün var." Öyle ise Ehl-i Sünnet mezhebine göre, zâhir-i şeriata muvâfık olarak işlediğin ameline, "Acaba sahih olmuş mu?" deyip, vesvese etme. Fakat, "Kabul olmuş mu?" de; gururlanma, ucb’a girme.
• İkinci Merhem:
Dinde, harec yoktur.
-1- Mâdem dört mezheb haktır. Mâdem istiğfara müncer olan derk-i kusur ise gurura müncer olan hüsn-ü amelin rü’yetine-böyle vesveseli adama-müreccahtır; yani böyle vesveseli adam, amelini güzel görüp gurura düşmektense, amelini kusurlu görse, istiğfar etse, daha evlâdır.
Mâdem böyledir, sen vesveseyi at, şeytana de ki: "Şu hal, bir harecdir.
Hakikat-i hale muttalî olmak güçtür. Dindeki yüsr’e münâfidir.
-2- esâsına muhâliftir. Elbette, böyle amelim,
1 Din kolaylıktır. (Keşfü’l-Hafâ, c. 1., s. 414; Kenzü’l-Ummâl, 3:33, 36, 47; Buhârî, İmân: 29.)
2 Dinde zorluk, sıkıntı yoktur. (âyet ve hadîslerden iktibas dinî bir kàide.) • Din kolaylıktır