Sözler Konferans

Nitekim, bütün bütün iftira ve ittihamlarla, cebbâr, müstebid din düşmanlarının tahrikàtıyla mahkemelere sevk edildiği zaman, gazetelerin birinci sayfalarında, bire yüz ilâvelerle teşhir ettirilmesi, tahkîkàt ve muhâkeme neticesinde hiçbir suç olmadığı tahakkuk ederek, beraat ettiği vakit sükût edilmesi, bu hakikatin âşikâr çok delillerinden bir tanesidir.
Bediüzzaman, din kardeşlerine ziyâde şefkatlidir. Onların elemleriyle elem çektiği, İslâm dünyasında hürriyet ve istiklâl için can veren, fedâi İslâm mücâhidlerinin acılarıyla muztarip olduğu, Kur’ân ve İslâmiyete yapılan darbeler ânında çok ıztıraplar çektiği, böyle acı acıların tesirâtıyla, zâten pek az yediği bir parça çorbasını da yiyemediği çok defa görülmüş ve görülmektedir.
Ekser günleri hastalıklar ve sıkıntılarla geçmektedir. Bir Nur Talebesinin yazdığı gibi, "Ey millet-i İslâmın ebedî refah ve saadeti için, dünyada rahatlık görmeyen müşfik Üstâdım! Senin devam eden hastalıkların cismânî değildir. Dinimize icrâ edilen istibdad ve zulüm sona ermedikçe, âlem-i İslâm kurtulmadıkça senin ıztırâbın dinmeyecektir." Evet biz de bu kanaatteyiz.
Fakat, o elîm acılar, Bediüzzaman’ı aslâ yeise düşürmemiş, bilâkis öyle küllî ve umumi bir dinî cihâda ve duâ ve ubûdiyete sevk etmiştir ki: "Kurtuluşun çare-i yegânesi, Kur’ân’a sarılmaktır" demiş ve sarılmış. Kur’ân’da bulduğu devâ ve dermanları kaleme alarak, bu zamanda bir halâskâr-ı İslâm ve nev-i beşerin saadetine medâr olan Risâle-i Nur eserlerini meydana getirmiştir.
Hunhar din düşmanlarının, dünyevî satvet ve şevketleri Bediüzzaman’ı katiyen atâlete düşürtememiştir. "Vazifem Kur’ân’a hizmettir. Galip etmek, mağlûp etmek Cenâb-ı Hakka âittir" diye imân ederek, bir an bile faaliyetten geri kalmamıştır. Evet, Hazret-i Üstad öyle bir himmet-i azîmeye mâliktir ki, ona icrâ edilen müthiş mezâlim, bu himmetin mukabilinde tesirsiz kalmaya mahkûm olmuştur.
Bediüzzaman, arz ve semâvâttaki mevcudâtı hayret ve istihsanla temâşâ eder, kırlarda ve dağlarda husûsan bahar mevsiminde çok gezinti yapar, o seyrangâhlarda zihnen meşguliyet ve dakîk bir tefekkür ve dâimî bir huzur hâlindedir. Ağaç ve nebâtât ve çiçekleri, "Ne güzel yaratılmışlar" diyerek, ibret nazarıyla onları seyreder, kâinat kitabını okur. Her âzâ ve hâsseleri gibi, gözünü de dâimâ Cenâb-ı Hak hesâbına ve izni dairesinde çalıştırır. Gözü, şu kitâb-ı kebîr-i kâinatın bir mütâlâacısı ve şu âlemdeki mu’cizât-ı san’at-ı Rabbâniyenin bir seyircisidir. Ve şu küre-i arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin bir mübârek arısı derecesindedir.
Üstad, hususi hayatında mütevâzi, vazife başında vakurdur. Tevâzu ve