Evet, bu asra öyle bir Kur’ân tefsiri lâzım ve elzemdir ki, Risâle-i Nur gibi, akıl, fikir ve mantığı çalıştırsın, ruh ve kalb ve vicdânı tenvir etsin. Müslümanları, beşeri uyandırsın, intibah versin, gafletten kurtarsın, sırât-ı müstakîm olan Kur’ân yolunu göstersin. Sünnet-i Seniyyeye ve İslâmiyetin şeâirine muhâlif olarak yaptırılan ve yapılan şeyleri fark ettirip sünnet-i Peygamberîye (Aleyhissalâtü Vesselâm) ittibâı ders versin ve ihyâ etmek cehdini uyandırsın.
İşte, Risâle-i Nur’un böyle hâsiyetleri hâvi bir Kur’ân tefsiri olduğu, otuz seneden beri meydandadır ve ehl-i hakikatin tasdikiyle sabittir. Hem, amansız din düşmanlarının plânlarıyla mahkemelere sürüklenen Risâle-i Nur Talebelerinin müdâfaaları ve bu talebelerin İslâmiyete hizmetleri esnâsında, gizli İslâmiyet düşmanı, insafsız, cebbâr zâlimlerin entrikalarıyla mâruz kaldıkları işkencelerden yılmamak, şahıslarını düşünmeden, yani şahsî refahlarını İslâmın refah ve saadeti için fedâ ederek sıddîkıyetle sebat etmeleri ve eşedd-i zulme mukavemet etmeleri, âşikâr bir delil teşkil etmektedir.
Evet, hem yirmi beş seneden beri Risâle-i Nur’la imân hizmetine bütün varlığını vakfeden ve şimdiye kadar "gaddar din düşmanlarının" çok defalar tecavüz ve taarruzuna ve taharriyâta mâruz kaldığı halde, yirmi beş senedir inzivâ içinde, Risâle-i Nur’un nâşirliğini yapan Nur kahramanları ağabeylerimiz, bizlere birer numûne-i imtisâl olan imân ve İslâmiyet fedâileridir.
İşte, biz Müslümanlar, böyle bir tefsir-i Kur’ân arıyor, böyle bir hâdiyi bekliyorduk. O ihlâslı Nur Talebeleri ki, "Cenâb-ı Hak Hafîz’dir. Ben onun inâyeti ve himâyeti altındayım. Başıma ne gelirse hayırdır" diye imân etmekle beraber, amel ederler. İmân hizmetini yaparlar. Din düşmanlarına yakalanmamak ve canlarından kıymetli olduğuna inandıkları Nur Risâlelerini onlara kaptırmamak için de ihtiyat ederler. Şahıslarına gelecek zararları nazar-ı itibâra almadan hizmetlerine devam ederler. Hapse, zindana atılıp, işkence yapıldığı zamanda, onlar yine üstadları Bediüzzaman ile alâkadardırlar. Eğer gizlice bir imkân bulurlarsa, onlar yine Risâle-i Nur ile meşguldürler. Hattâ, "Belki hapse atılırım, Nur Risâlelerimi vermezler, çalışmaktan mahrum kalırım" diye bâzı Nurları ezberleyen talebeler de olmuştur.
Muhlis bir Nur Talebesi, hapishâneden çıkarıldığı vakit, güyâ o kırbaçlı, falakalı, türlü türlü işkenceli hapishâne, ona bir kuvvet, bir enerji kaynağı olmuş, sadâkat ve teyakkuzla Nur hizmetinde koşturmak için bir kırbaç tesiri yapmış gibi, Üstâdına daha ziyâde yakınlaşır ve eskisinden daha fazla Nurlara çalışır, neşriyat yapar.
Afyon hâdisesinde, Bediüzzaman hapiste iken, muallim bir Nur Talebesi, savcılıkta Risâle-i Nur ve Üstâdı hakkında kahramanca cevaplar verdiği için, savcı kızmış, "Şimdi seni hapse atarım" diye tehdit etmiş. O İslâm fedâisi muallim de cevaben, "Ben hazırım, derhal hapse gönderin" demiştir.
Yine Afyon mahkemesinde, bir Nur Talebesi hakkında tevkif kararı veriliyor, fakat adliye bulamaz. O talebe bundan haberdar olur. Diğer Nur kardeşleri gibi,