Sözler Konferans

olmaz mı ki, Kur’ân ve imânın hunhar ve müstebid zâlim düşmanları, Kur’ân ve İslâmiyeti ve dini, Risâle-i Nur’la, küfr-ü mutlaka karşı müdâfaa ve muhafaza hizmetini yapan Bediüzzaman aleyhtarlığında, mütemâdiyen uydurmalarla seslerini yükseltsinler de, biz, hak ve hakikati beyân ve ilân etmekte sükût edelim, susalım? Veya "Biraz susun" gibi birşeyle, paravanalar, perdeler arkasında icrâ-i faaliyet yapan o gizli dinsizlere bir nevi yardım etmiş veya desteklemiş olalım? Aslâ ve kellâ, kat’ a ve aslâ susmayacağız! Ve hem susturamayacaklardır. Durmayacağız ve hem durduramayacaklardır. Bu can bu kafesten çıkıncaya kadar, bu ruh bu cesedden ayrılıncaya kadar, bu nefes bu bedenden gidinceye kadar, Risâle-i Nur’u okuyacağız, neşredeceğiz. Risâle-i Nur’un mahz-ı hakikat ve ayn-ı hak olduğunu ve Bediüzzaman Said Nursî’nin, yapılan ithamlardan tamamıyla münezzeh ve müberrâ olduğunu, iftiracı ve tertipçi, hunhar din düşmanlarına mukabil, izhâr ve ilân edeceğiz.
Kıymetli kardeşlerim,
İslâm tarihinde, altın sayfalarda mevkîleri bulunan büyük ve nazîrsiz zâtlar meydana gelmiştir. O misilsiz zâtların tefsirleri ve eserleri, hiçbir Avrupalı feylesofun eseriyle kàbil-i kıyas olmayacak derecede emsâlsizdir. O büyük İslâm müellifleri ve İslâm dâhîleri, herhangi bir hükümetin, senelerce ağır bir esâret ve koyu bir istibdâdı tahtında olmaksızın Kur’ân ve İslâmiyete hakkıyla ve hâlis bir sûrette hizmet etmişlerdi. Tarihte eşine rastlanmayan bir istibdâd-ı mutlak ve eşedd-i zulüm altında ve dehşetli bir esâret içinde bırakılan ve kendini ve eserlerini imhâ etmeye çalışan din düşmanlarına mukàbil, bir şahs-ı mânevî olan Bediüzzaman Said Nursî, Resûl-i Ekrem (a.s.m.) Efendimizin sünnetine tam ittibâ ederek, yaptığı dinî cihâd-ı ekberinde, beşer tarihinde misli görülmemiş bir tarzda muvaffak ve muzaffer olmuştur.
Bediüzzaman gibi, yüz otuz parça imânî eserlerini şiddetli bir istibdad, tazyikàt ve takyidât altında, gizliden gizliye telif edebilmek, hem kuvvetli bir takvâ ve ubûdiyete sahip olmak ve hem de bunlarla beraber, harb cephesinde fedâi olarak gönüllü askerleriyle muharebe etmiş olmak ve harb cephesinde avcı hattında dahi, fırsat buldukça Kur’ân’ın en ince nüktelerini ve hârika i’câzını beyân eden bir Kur’ân tefsiri telif etmiş olmak ve aynı zamanda nefis mücâdelesinde de galip olup, nefsini de dine hizmetkâr yapmak ve hürriyeti gasb edilerek, ücrâ bir köye sürgün edilip, tecrid-i mutlak ve tarassudlar ve her türlü azaplar içinde ablukaya alınıp engizisyon zulümlerini çok geride bırakan hâkim bir kuvvetin tazyikàtı altında, câni canavarların pek vahşî işkenceleri içinde "sırren tenevveret" sırrıyla, perde altında Risâle-i Nur eserleri gibi eserler neşretmek ve böylece cihânın maddî, mânevî "Fâtih"i olan Resûl-i Ekremin (a.s.m.) Sünnet-i Seniyyesinin bir hizmetkârı olarak, bugün milyonlara bâliğ olan bir câmiayı, inâyet-i İlâhî ile, Kur’ân-ı Hakîmin cadde-i kübrâsında selâmetle ilerletmek ve mü’minlerin ve beşeriyetin sâdece dünyalarını değil, ebedî saadetlerini temine Risâle-i Nur gibi bir eserle vesîle olmak, bu mezkûr hususiyetlerin mânevî şahsında toplanması, Risâle-i Nur müellifi Bediüzzaman Said Nursî gibi, tarihte hangi bir zâta daha nasip olmuştur acaba?