Beşerde bir inkılâb İslâmiyet yaptırdı. Beşer tekàrüb etti; şer’ etti ittihad, vâhid oldu peygamber.
Seviye bir olmadı; mezheb taaddüd etti. Terbiye-i vâhide kâfi geldiği zaman, ittihad eder mezhebler.
İcâd ve cem-i ezdâdda büyük bir hikmet var;
kudret elinde şems ve zerre birdir
Ey birâder-i kalb-i hüşyar! Ezdâdın cem’indendir tecellî-i iktidar. Lezzet içinde elem, hayrın içinde şerri,
Hüsnün içinde kubhu, nef’in içinde dârrı, ni’met içinde nikmet, nurun içinde nârı, bilir misin ki sırrı?
Hakàik-ı nisbiye sübut, takarrür etsin. Bir şeyde çok şey olsun; bulsun vücud, görünsün. Sürat-i hareketle bir nokta bir hat olur.
Çevirmenin sürati yapar bir lem’a-i nur, daire-i nurânî. Hakàik-ı nisbiye vazifesi dünyada dâneler sümbül olur.
Kâinatın çamuru, revâbıt-ı nizâmı, alâik-ı nakşını odur teşkil ediyor. Âhirette bu nisbî emirler orada hakàik olur.
Hararette merâtib, ona olmuştur sebep tahallül-ü burûdet.
Hüsündeki derecât kubhun tedâhülüdür; sebep, illet oluyor.
Ziyâ zulmete borçlu; lezzet eleme medyûn; sıhhat, marazsız olmaz.
Cennet olmazsa belki Cehennem tâzib etmez. Zemherîrsiz olmuyor; ger zemherîr olmazsa, o da ihrak edemez.
O Hallâk-ı Lemyezel, halk-ı ezdâd içinde hikmetini gösterdi; haşmeti etti zuhur.
O Kadîr-i Lâyezâl, cem-i ezdâd içinde iktidarı gösterdi; azamet etti zuhur. Mâdem o Kudret-i İlâhî lâzıme-i Zâtî olur.
O Zât-ı Ezelîye, hem zarure-i nâşie; onda zıddı olamaz, acz tahallül edemez, onda merâtib olamaz. Herşeye nisbeti bir; hiçbir şey ağır olmuyor.
O kudretin ziyâsına güneş mişkât olmuştur. Bu mişkâtın nuruna deniz yüzü ayna, şebnemlerin gözleri birer mir’at olmuştur.
Denizin geniş yüzü gösterdiği güneşi, çîn-i cebînindeki katreler de gösterir; şebnemin küçük gözü yıldız gibi parlıyor.
Aynı hüviyet tutar; şebnem, deniz bir olur güneşin nazarında. Kudreti tanzir eder. şebnemin gözbebeği küçücük bir güneştir.