Sözler On Beşinci Söz

ve titretecek şenî bir hezeyân-ı küfrî olmakla beraber; izhâr ettiği din ve şeriat-ı İslâmiyenin şehâdetiyle ve müddet-i hayatında gösterdiği bilittifak fevkalâde takvâsının ve hâlis ve sâfî ubûdiyetinin delâletiyle ve bilittifak kendinde görünen ahlâk-ı hasenenin iktizâsıyla ve yetiştirdiği bütün ehl-i hakikatin ve sahib-i kemâlâtın tasdikiyle en mûtekid, en metîn, en emîn, en sâdık bir zâtı- hâşâ, sümme hâşâ, yüz bin kere hâşâ-itikadsız, en emniyetsiz, Allah’tan korkmaz bir vaziyette farzetmek, muhâlâtın en çirkin ve menfur bir sûretini ve dalâletin en zulümlü ve zulmetli bir tarzını irtikâb etmek lâzım gelir.
Elhâsıl: On Dokuzuncu Mektubun On Sekizinci İşaretinde denildiği gibi, nasıl kulaklı âmî tabakası, i’câz-ı Kur’ân fehminde demiş: ’Kur’ân, bütün dinlediğim ve dünyada mevcud kitaplara kıyas edilse, hiçbirisine benzemiyor ve onların derecesinde değildir." Öyle ise, ya Kur’ân umumunun altındadır veya umumunun fevkınde bir derecesi vardır. Umumun altındaki şık ise, muhâl olmakla beraber, hiçbir düşman, hattâ Şeytan dahi diyemez ve kabul etmez. Öyle ise, Kur’ân umum kitapların fevkındedir; öyle ise mu’cizedir.
Aynen öyle de, biz de ilm-i usûl ve fenn-i mantıkça sebr ve taksim denilen en kati bir hüccetle deriz:
Ey Şeytan ve ey Şeytanın şâkirdleri! Kur’ân ya Ârş-ı Âzamdan, İsm-i Âzamdan gelmiş bir kelâmullahtır, veyahut -hâşâ, sümme hâşâ, yüz bin kere hâşâ-yerde, sahtekâr ve Allah’tan korkmaz ve Allah’ı bilmez, itikadsız bir beşerin düzmesidir. Bu ise, ey Şeytan, sâbık hüccetlere karşı bunu sen diyemedin ve diyemezsin ve diyemeyeceksin. Öyle ise, bizzarûre ve bilâşüphe, Kur’ân Hàlık-ı Kâinatın kelâmıdır. Çünkü ortası yoktur ve muhâldir ve olamaz. Nasıl ki katibir sûrette ispat ettik; sen de gördün ve dinledin.
Hem, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, ya resûlullahtır ve bütün resûllerin ekmeli ve bütün mahlûkatın efdalidir; veyahut-hâşâ, yüz bin defa hâşâ-Allah’a iftira ettiği ve Allah’ı bilmediği ve azabına inanmadığı için, itikadsız, esfel-i sâfilîne sukut etmiş bir beşer farz etmek
Hâşiye lâzım gelir ki; bu ise, ey İblis, ne sen ve ne de güvendiğin Avrupa feylesofları ve Asya münâfıkları bunu diyemezsiniz ve diyememişsiniz ve diyemeyeceksiniz ve dememişsiniz ve demiyeceksiniz. Çünkü, bu şıkkı dinleyecek ve kabul edecek, dünyada yoktur. Onun içindir ki, güvendiğin o feylesofların en müfsidleri ve o Asya münâfıklarının en vicdansızları dahi diyorlar ki: "Muhammed-i Arabî (a.s.m.) çok akıllı idi, çok güzel ahlâklı idi."
Mâdem, şu mesele iki şıkka münhasırdır. Ve mâdem ikinci şık muhâldir ve hiçbir kimse buna sahip çıkmıyor. Ve mâdem kati hüccetlerle ispat ettik ki, ortası yoktur. Elbette, bizzarûre, senin ve hizbü’ş-şeytanın rağmına olarak, bilbedâhe ve bihakkalyakîn, Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm Resûlullahtır ve bütün resûllerin ekmelidir, bütün mahlûkatın efdalidir.

Hâşiye
Kur’ân-ı Hakîm, kâfirlerin küfriyâtlarını ve galîz tâbirâtlarını, iptal etmek için zikrettiğine istinâden, ehl-i dalâletin fikr-i küfrîlerinin bütün bütün muhâliyetini ve bütün bütün çürüklüğünü göstermek için, şu tâbirâtı farz-ı muhâl sûretinde titreyerek kullanmaya mecbur oldum.

Melekler, insanlar ve cinler adedince ona salât ve selâm eyle. (Duâ)