Sonra, o Sâni-i Zülcelâlin kendi san’atının latîfelerini, hârikalarını, antikalarını, sergilerle teşhirgâh-ı enâmda neşrine karşı Mâşaallah deyip takdir ederek, "Ne güzel yapılmış" deyip istihsan ederek, Bârekallah deyip müşâhede etmek, Âmennâ deyip şehâdet etmek, "Geliniz, bakınız-hayran olarak-
-1-" deyip, herkesi şâhid tutmakla mukabele ettiler. Hem, o Sultan-ı Ezel ve Ebed, kâinatın aktârında kendi Rubûbiyetinin saltanatını ilânına ve Vahdâniyetinin izhârına karşı tevhid ve tasdik edip,
-2- diyerek, itaat ve inkıyad ile mukabele ettiler.
Sonra, o Rabbü’l-Âlemînin Ulûhiyetinin izhârına karşı, zaaf içinde aczlerini, ihtiyaç içinde fakrlarını ilândan ibâret olan ubûdiyet ile ve ubûdiyetin hulâsası olan namaz ile mukabele ettiler. Daha bunlar gibi, gûnâgûn ubûdiyet vazifeleriyle, şu dâr-ı dünya denilen mescid-i kebîrinde, farîza-i ömürlerini ve vazife-i hayatlarını edâ edip, ahsen-i takvîm sûretini aldılar. Bütün mahlûkat üstünde bir mertebeye çıktılar ki, yümn-i imân ile, emn-i emânet ile mücehhez emîn bir halîfe-i arz oldular. Ve şu meydan-ı tecrübe ve şu destgâh-ı imtihandan sonra, onların Rabb-i Kerîmi, onları, imânlarına mükâfat olarak saadet-i ebediyeye ve İslâmiyetlerine ücret olarak Dârü’s-Selâma dâvet ederek, öyle bir ikram etti ve eder ki, hiç göz görmemiş ve kulak işitmemiş ve kalb-i beşere hutûr etmemiş derecede parlak bir tarzda rahmetine mazhar etti; ve onlara ebediyet ve bekà verdi. Çünkü, ebedî ve sermedî olan bir cemâlin seyirci müştâkı ve âyinedar âşıkı, elbette bâkî kalıp, ebede gidecektir. İşte Kur’ân şâkirdlerinin âkıbetleri böyledir. Cenâb-ı Hak, bizleri onlardan eylesin, âmin.
Ammâ, füccâr ve eşrâr olan diğer gürûh ise, hadd-i bülûğ ile şu âlem sarayına girdikleri vakit, bütün Vahdâniyetin delillerine karşı küfür ile mukabele edip ve bütün nimetlere karşı küfrân ile mukabele ederek ve bütün mevcudâtı kıymetsizlikle kâfirâne bir ittiham ile tahkir ettiler ve bütün esmâ-i İlâhiyenin tecelliyâtına karşı red ve inkâr ile mukabele ettiklerinden, az bir vakitte nihayetsiz cinâyet işlediler; nihayetsiz bir azaba müstehak oldular. Evet, insana, sermâye-i ömür ve cihazât-ı insaniye, mezkûr vezâif için verilmiştir.
Ey sersem nefsim ve ey pürheves arkadaşım! Âyâ, zannediyor musunuz ki, vazife-i hayatınız yalnız terbiye-i medeniye ile güzelce muhâfaza-i nefs etmek, ayıp
1 Kurtuluşa gelin.
2 İşittik ve itaat ettik.