Sözler Onuncu Söz

hayat-ı umumiyenin mânevî bir cilvesine mazhardır ki, mukadderât-ı hayatiye o mânidar ve canlı elvâh-ı kaderiyeden alınır.
Evet, âlem-i gaybın bir nevi olan âlem-i ervâh, ayn-ı hayat ve madde-i hayat ve hayatın cevherleri ve zâtları olan ervâh ile dolu olması; elbette mâzi ve müstakbel denilen âlem-i gaybın bir diğer nevi de ve ikinci kısmı dahi, cilve-i hayata mazhariyeti ister ve istilzam eder.
Hem bir şeyin vücud-u ilmîsindeki intizam-ı ekmel ve mânidar vaziyetleri ve canlı meyveleri, tavırları, bir nevi hayat-ı mâneviyeye mazhariyetini gösterir. Evet, Hayat-ı Ezeliye güneşinin ziyâsı olan bu gibi cilve-i hayat, elbette yalnız bu âlem-i şehâdete ve bu zaman-ı hâzıra ve bu vücud-u haricîye münhasır olamaz; belki, her bir âlem, kabiliyetine göre, o ziyânın cilvesine mazhardır ve kâinat bütün âlemleriyle o cilve ile hayattar ve ziyâdardır. Yoksa, nazar-ı dalâletin gördüğü gibi, muvakkat ve zâhirî bir hayat altında, her bir âlem, büyük ve müthiş birer cenaze ve karanlıklı birer virâne âlem olacaktı.
İşte, "kadere ve kazâya imân" rüknünün dahi geniş bir vechi de, sırr-ı hayatla anlaşılıyor ve sabit oluyor. Yani, nasıl ki âlem-i şehâdet ve mevcud hazır eşya, intizamlarıyla ve neticeleriyle hayattarlıkları görünüyor; öyle de, âlem-i gaybdan sayılan geçmiş ve gelecek mahlûkatın dahi, mânen hayattar bir vücud-u mânevîleri ve ruhlu birer sübut-u ilmîleri vardır ki, Levh-i Kazâ ve Kader vâsıtasıyla o mânevî hayatın eseri, mukadderât nâmiyle görünür, tezâhür eder.