bir Mâlik-i Zülcelâl, bir Hâkim-i Zülkemâl, bir Sâni-i Zülcemâl vardır; hem mâdem umum o âleme, o memlekete, o şehre, o saraya alâkadarlık gösteren ve havâs ve duygularıyla umumuna münâsebettar ve nazarı küllî olan bir insan vardır; elbette, o Sâni-i Muhteşem, o küllî nazarlı ve umumi şuurlu olan insan ile ulvî, âzamî bir münâsebeti bulunacaktır ve ona kudsî bir hitâbı ve âlî bir teveccühü olacaktır.
Hem, mâdem Adem Aleyhisselâmdan şimdiye kadar şu münâsebete mazhar olanların içinde, âsârının şehâdetiyle, yani Küre-i Arzın nısfını ve nev-i beşerin humsunu daire-i tasarrufuna aldığı ve kâinatın şekl-i mânevîsini değiştirdiği, ışıklandırdığı gibi, en âzamî bir mertebede, o münâsebeti Muammed-i Arabî Sallâllahü Aleyhi Vesellem göstermiştir. Öyle ise, o münâsebetin en âzamî bir mertebesinden ibâret olan Mi’rac, ona elyak ve ona evfaktır.
İkinci Esas
Hakikat-i Mi’rac nedir?
Elcevap: Zât-ı Ahmediyenin (a.s.m.) merâtib-i kemâlâtta seyr ü sülûkundan ibârettir. Yani, Cenâb-ı Hakkın tertib-i mahlûkatta tecellî ettirdiği ayrı ayrı isim ve ünvanlarla ve saltanat-ı rubûbiyetinde teşkil ettiği devâir, tedbîr ve icadda ve o dairelerde birer arş-ı rubûbiyet ve birer merkez-i tasarrufa medâr olan bir semâ tabakasında gösterdiği âsâr-ı rubûbiyeti, birer birer o abd-i mahsusa göstermekle, o abdi hem bütün kemâlât-ı insaniyeyi câmi’, hem bütün tecelliyât-ı İlâhiyeye mazhar, hem bütün tabakàt-ı kâinata nâzır ve saltanat-ı rubûbiyetin dellâlı ve marziyât-ı İlâhiyenin mübelliği ve tılsım-ı kâinatın keşşâfı yapmak için Burak’a bindirip, berk gibi, semâvâtı seyrettirip kat-ı merâtib ettirerek, kamervârî menzilden menzile, daireden daireye rubûbiyet-i İlâhiyeyi temâşâ ettirip o dairelerin semâvâtında makamları bulunan ve ihvânı olan enbiyâyı birer birer göstererek, tâ Kàb-ı Kavseyn makamına çıkarmış, ehadiyet ile kelâmına ve rü’yetine mazhar kılmıştır.
Şu yüksek hakikate iki temsil dürbünü ile bakılabilir.
• Birincisi: Yirmi Dördüncü Sözde izah edildiği gibi, nasıl ki bir padişahın kendi hükümetinin dairelerinde ayrı ayrı ünvanları ve raiyyetinin tabakalarında başka başka nâm ve vasıfları ve saltanatının mertebelerinde çeşit çeşit isim ve alâmetleri vardır. Meselâ, adliye dairesinde hâkim-i âdil ve mülkiyede sultan ve askeriyede kumandan-ı âzam ve ilmiyede halîfe, ve hâkezâ, sâir isim ve ünvanları bulunur. Herbir dairede birer mânevî tahtı hükmünde olan makam ve iskemlesi bulunur. O tek padişah, o saltanatın dairelerinde ve tabakàt-ı hükümetin mertebelerinde bin isim ve ünvâna sahip olabilir, birbiri içinde bin taht-ı saltanatı olabilir. Güyâ o hâkim, herbir dairede şahsiyet-i mâneviye haysiyetiyle ve telefonu ile mevcud ve hazır bulunur, bilir. Ve her tabakada kanunuyla, nizâmıyla, mümessiliyle görünür, görür. Ve her mertebede perde arkasında hükmüyle, ilmiyle, kuvvetiyle idare eder, bakar. Ve herbir dairenin başka bir merkezi, bir menzili vardır. Ahkâmları birbirinden ayrıdır,