Sözler Otuz Birinci Söz

mesafede, mânevî çok perdeler arkasında ona bakar. Hakiki onun şahs-ı mânevîsiyle kurbiyet ise, mülâzımlık, yüzbaşılık, binbaşılık gibi çok merâtib-i külliyeden geçmek lâzım geliyor. Halbuki, kumandan-ı âzam, emriyle, kanunuyla, nazarıyla, hükmüyle, ilmiyle-sûreten olduğu gibi, mânen de kumandan ise-bizzat zâtıyla o neferin yanında bulunur, görür. Şu hakikat On Altıncı Sözde gayet katî bir sûrette ispat edildiğinden, ona iktifâen burada kısa kesiyoruz.
Yine hatıra gelir ki: Sen kalbinden dersin, "Ben semâvâtı inkâr ediyorum, melâikelere inanmıyorum; semâvâtta birinin gezmesine, melâikelerle görüşmesine nasıl inanayım?"
Evet, senin gibi aklı gözüne inmiş ve gözüne perde çekilmiş adamlara söz anlatmak ve bir şey göstermek elbette müşküldür. Fakat, hak o kadar parlaktır ki, körler de görebildiği için biz de deriz ki: Fezâ-i ulvî, bilittifak esîr ile doludur. Ziyâ, elektrik, hararet gibi sâir seyyâlât-ı latîfe, o fezâyı dolduran bir maddenin vücuduna delâlet eder. Meyveler, ağacını; çiçekler, çimenlerini; sümbüller, tarlalarını; balıklar, denizini bilbedâhe gösterdiği gibi; şu yıldızlar dahi, bizzarûre, menşe’lerini, tarlasını, denizini, çimengâhının vücudunu aklın gözüne sokuyorlar.
Mâdem âlem-i ulvîde muhtelif teşkilât var, muhtelif vaziyetlerde muhtelif ahkâmlar görünüyor; öyle ise, o ahkâmların menşe’leri olan semâvât muhteliftir. İnsanda, cisimden başka nasıl akıl, kalb, ruh, hayal, hâfıza gibi mânevî vücudlar da var; elbette, insan-ı ekber olan âlemde ve şu insan meyvesinin şeceresi olan kâinatta, âlem-i cismâniyetten başka âlemler var. Hem âlem-i arzdan, tâ Cennet âlemine kadar herbir âlemin, birer semâsı vardır.
Hem melâike için deriz ki: Seyyârât içinde mutavassıt ve yıldızlar içinde küçük ve kesif olan küre-i arz, mevcudât içinde en kıymettar ve nurânî olan hayat ve şuur hesabsız bir sûrette onda bulunuyorlar. Elbette, karanlıklı bir hâne hükmünde olan şu arza nisbeten müzeyyen kasırlar, mükemmel saraylar hükmünde olan yıldızlar ve yıldızların denizleri olan gökler, zîşuur ve zîhayat ve pek kesretli ve muhtelifü’l-ecnâs olan melâike ve ruhânîlerin meskenleridir. Şek katî bir sûrette İşârâtü’l-İ’câz nâmındaki tefsirimde, -1- âyetinde, semâvâtın hem vücudu, hem taaddüdü ispat edildiğinden ve melâike hakkında Yirmi Dokuzuncu Sözde iki kere iki dört eder katiyetinde, melâikelerin vücudunu ispat ettiğimizden, onlara iktifâen burada kısa kesiyoruz.
Elhâsıl: Esîr’den yapılmış, elektrik, ziyâ, hararet, câzibe gibi seyyâlât-ı latîfenin medârı olmuş ve hadîste -2- işaretiyle seyyârât ve

1 Bundan başka semâya da irâdesini yöneltti ve gökleri yedi tabaka olarak tanzim etti. (Bakara Sûresi: 29.)

2 Gök dondurulmuş bir dalgadır. (Tirmizî, Tefsir: 59; Müsned, 2:370.)