Üçüncü Esas
Hikmet-i Mi’rac nedir?
Elcevap: Mi’racın hikmeti o kadar yüksektir ki, fikr-i beşer ulaşamıyor; o kadar derindir ki, ona yetişemiyor; o kadar incedir ve latîftir ki, akıl kendi başıyla göremiyor. Fakat, bâzı işaretlerle, hakikatleri bilinmezse de, vücudları bildirilebilir. Şöyle ki:
Şu kâinatın Hàlıkı, şu kesret tabakàtında nur-u Vahdetini ve tecellî-i Ehadiyetini göstermek için, kesret tabakàtının müntehâsından tâ mebde-i Vahdete bir hayt-ı ittisâl sûretinde bir Mi’rac ile, bir ferd-i mümtazı bütün mahlûkat hesâbına, kendine muhatap ittihaz ederek, bütün zîşuur nâmına, makàsıd-ı İlâhiyesini ona anlatmak ve onunla bildirmek ve onun nazarı ile âyine-i mahlûkatında cemâl-i san’atını, kemâl-i Rubûbiyetini müşâhede etmek ve ettirmektir.
Hem Sâni-i âlemin, âsârın şehâdetiyle nihayetsiz cemâl ve kemâli vardır. Cemâl, hem kemâl, ikisi de mahbub-u lizâtihîdirler; yani bizzat sevilirler. Öyle ise, o Cemâl ve Kemâl Sahibinin cemâl ve kemâline nihayetsiz bir muhabbeti vardır. O nihayetsiz muhabbeti, masnuâtında çok tarzlarda tezâhür ediyor. Masnuâtını sever; çünkü, masnuâtının içinde cemâlini, kemâlini görür. Masnuât içinde en sevimli ve en âlî, zîhayattır. Zîhayatlar içinde en sevimli ve âlî, zîşuurdur. Ve zîşuurun içinde câmiiyet itibâriyle en sevimli, insanlar içinde bulunur. İnsanlar içinde istidadı tamamıyla inkişaf eden, bütün masnuâtta münteşir ve mütecellî kemâlâtın nümûnelerini gösteren ferd, en sevimlidir.
İşte, Sâni-i Mevcudât, bütün mevcudâtta intişâr eden tecellî-i muhabbetin bütün envaını bir noktada, bir aynada görmek ve bütün enva-ı cemâlini Ehadiyet sırrıyla göstermek için, şecere-i hilkatten bir meyve-i münevver derecesinde ve kalbi o şecerenin hakàik-ı esâsiyesini istiâb edecek bir çekirdek hükmünde olan bir zâtı, o mebde-i evvel olan çekirdekten tâ müntehâ olan meyveye kadar bir hayt-ı ittisâl hükmünde olan bir Mi’rac ile, o ferdin kâinat nâmına mahbubiyetini göstermek ve huzuruna celb etmek ve rü’yet-i cemâline müşerref etmek ve ondaki hâlet-i kudsiyeyi başkasına sirâyet ettirmek için kelâmıyla taltif edip, fermanıyla tavzif etmektir.
Şimdi, şu hikmet-i âliyeye bakmak için, iki temsil dürbünü ile tarassut edeceğiz.
• Birinci temsil: On Birinci Sözün hikâye-i temsiliyesinde tafsîlen beyân edildiği gibi, nasıl ki bir sultan-ı zîşânın pekçok hazîneleri ve o hazînelerde pekçok cevâhirlerin envaı bulunsa, hem sanâyî-i garîbede çok mahareti olsa ve hesabsız fünûn-u acîbeye mârifeti, ihâtası bulunsa, nihayetsiz ulûm-u bedîaya ilim ve ıttılâı olsa, her cemâl ve kemâl sahibi kendi cemâl ve kemâlini görüp ve göstermek istemesi sırrınca, elbette o sultan-ı zîfünûn dahi bir meşher açmak ister ki, içinde sergiler dizsin, tâ nâsın