Sözler Otuz Birinci Söz

küllî kanunlar, o küllî tecellîler ve o muhît esmâların mazharları da bir derece basit ve sâfî ve herbiri bir âlemin arşı ve sakfı ve bir âlemin merkez-i tasarrufu hükmünde olan semâvâttır ki; o âlemlerin birisi de Sidretü’l-Müntehâdaki Cennetü’l-Me’vâdır. Yerdeki tesbihât ve tahmîdât, o Cennetin meyveleri sûretinde-Muhbir-i Sâdıkın ihbârı ile-temessül ettiği sabittir.
İşte, bu üç nokta gösteriyorlar ki, yerde olan netâic ve semerâtın mahzenleri, oralardadır ve mahsülâtı o tarafa gider.
Deme ki, "havâî bir Elhamdülillâh kelimem nasıl mücessem bir meyve-i Cennet olur?"
Çünkü, sen gündüz uyanık iken güzel bir söz söylersin; bâzan rüyâda güzel bir elma şeklinde yersin. Gündüz çirkin bir sözün, gecede acı bir şey sûretinde yutarsın. Bir gıybet etsen, murdar bir et sûretinde sana yedirirler. Öyle ise, şu dünya uykusunda söylediğin güzel sözlerin ve çirkin sözlerin, meyveler sûretinde uyanık âlemi olan âlem-i âhirette yersin ve yemesini istib’âd etmemelisin.
Dördüncü Esas
Mi’racın semerâtı ve faydası nedir?
Elcevap: Şu şecere-i Tûba-i mâneviye olan Mi’racın beş yüzden fazla meyvelerinden nümûne olarak yalnız beş tanesini zikredeceğiz.
BİRİNCİ MEYVE:
Erkân-ı imâniyenin hakàikını göz ile görüp, melâikeyi, Cenneti, âhireti, hattâ Zât-ı Zülcelâli göz ile müşâhede etmek, kâinata ve beşere öyle bir hazîne ve bir nur-u ezelî ve ebedî bir hediye getirmiştir ki; şu kâinatı perişan ve fânî ve karma karışık bir vaziyet-i mevhumeden çıkarıp, o nur ve o meyve ile, o kâinatı kudsî mektubât-ı Samedâniye, güzel âyine-i cemâl-i Ehadiye vaziyeti olan hakikatini göstermiş. Kâinatı ve bütün zîşuuru sevindirip mesrur etmiş. Hem, o nur ve o meyve ile, beşeri müşevveş, perişan, âciz, fakir, hâcâtı hadsiz, a’dâsı nihayetsiz ve fânî, bekàsız bir vaziyet-i dalâletkârâneden, o insanı, o nur, o meyve-i kudsiye ile ahsen-i takvîmde bir mu’cize-i kudret-i Samedâniyesi ve mektubât-ı Samedâniyenin bir nüsha-i câmiası ve Sultan-ı Ezel ve Ebedin bir muhatabı, bir abd-i hâssı, kemâlâtının istihsancısı, halîli ve cemâlinin hayretkârı, habîbi ve Cennet-i bâkiyesine namzed bir misafir-i azîzi sûret-i hakikisinde göstermiş. İnsan olan bütün insanlara, nihayetsiz bir sürûr, hadsiz bir şevk vermiştir.
İKİNCİ MEYVE:
Sâni-i mevcudât ve sâhib-i kâinat ve Rabbü’l-âlemîn olan Hâkim-i Ezel ve Ebedin marziyât-ı Rabbâniyesi olan İslâmiyetin, başta namaz, esâsâtını cin ve inse hediye getirmiştir ki, o marziyâtı anlamak, o kadar merakâver ve saadetâverdir ki, tarif edilmez. Çünkü, herkes, büyükçe bir velî-i nimet, yahut muhsin bir padişahının uzaktan arzularını anlamaya ne kadar arzukeş ve anlasa ne kadar memnun olur. Temenni eder ki, "Keşki bir vâsıta-i muhâbere olsa idi, doğrudan doğruya o zât ile konuşsa idim, benden ne istiyor anlasa idim, benden Onun hoşuna gideni bilse