Sözler Otuz İkinci Söz

çekirdek umum ağacın mânâsını, fihristesini taşıyor. Demek, ağacın tedbîrini gören Zât, o tedbîr ile alâkadar bütün esmâsıyla, ağacın vücudundan maksud ve icadının gàyesi olan herbir semereye müteveccihtir. Hem şu koca ağaç, o küçük meyveler için bâzan budanır, kesilir, tecdid için bâzı cihetleri tahrip edilir; daha güzel, bâkî meyveler vermek için, aşılanır. Öyle de, şu şecere-i kâinatın semeresi olan beşer; kâinatın vücudundan ve icadından maksud odur ve icad-ı mevcudâtın gàyesi de odur. Ve o meyvenin çekirdeği olan insanın kalbi dahi, Sâni-i Kâinatın en münevver ve en câmi’ bir aynasıdır. İşte şu hikmettendir ki, şu küçücük insan, neşir ve haşir gibi muazzam inkılâblara medâr olmuş kâinatın tahrip ve tebdiline sebep olur. Onun muhâkemesi için dünya kapısı kapanıp, âhiret kapısı açılır."
Mâdem haşrin bahsi geldi. Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın, haşrin ispatına dâir cezâlet-i beyânını ve kuvvet-i ifadesini gösteren bir nükte-i hakikatini beyân etmeye münâsebet geldi. Şöyle ki:
Şu tefekkür neticesi gösteriyor ki, beşerin muhâkemesi ve saadet-i ebediye kazanması için lüzum olsa bütün kâinat tahrip edilir ve tahrip ve tebdil edecek bir kudret görünüyor ve vardır. Fakat, haşrin merâtibi var. Bir kısmına imân farzdır, mârifeti lâzımdır; diğer kısmı, terakkiyât-ı ruhiye ve fikriyenin derecâtına göre görünür ve ilim ve mârifeti lâzım olur. Kur’ân-ı Hakîm, en basit ve kolay olan mertebeyi katî ve kuvvetli ispat için, en geniş ve en büyük bir daire-i haşri açacak bir kudreti gösteriyor.
İşte, umuma imân lâzım olan haşrin mertebesi şudur ki: "İnsanlar öldükten sonra, ruhları başka makamlara gider. Cesedleri çürüyor, fakat insanın cesedinden, bir çekirdek, bir tohum hükmünde olacak acbü’z-zeneb tâbir edilen küçük bir cüz’ü bâkî kalıp, Cenâb-ı Hak, onun üstünde cesed-i insanîyi haşirde halk eder, onun ruhunu ona gönderir." İşte bu mertebe o kadar kolaydır ki, her baharda milyonlarla misâli görülüyor.
İşte, bâzan şu mertebeyi ispat için âyât-ı Kur’âniye öyle bir daireyi gösteriyor ki, bütün zerrâtı haşr ve neşredecek bir kudretin tasarrufâtını gösterir; bâzan da bütün mahlûkatı fenâya gönderip, yeniden getirecek bir kudret ve hikmetin âsârını gösterir. Bâzı, yıldızları dağıtıp, semâvâtı parçalayabilir bir kudret ve hikmetin tasarrufâtını ve âsârını gösterir; bâzı, bütün zîhayatı öldürecek, yeniden, def’aten, bir sayha ile diriltecek bir kudret ve hikmetin tasarrufâtını ve tecelliyâtını gösterir. Bâzı, bütün rûy-i zeminle zîhayat olanları ayrı ayrı haşir ve neşredecek bir kudret ve hikmetin tecelliyâtını gösterir; bâzan, küre-i arzı bütün bütün dağıtacak, dağları uçuracak, düzeltip daha güzel bir sûrete çevirecek bir kudret ve hikmetin âsârını gösterir.
Demek, herkese imânı ve mârifeti farz olan haşirden başka, çok mertebe-i haşirleri dahi o kudret ve hikmetle yapabilir. Hikmet-i Rabbâniye iktizâ etmiş ise, elbette haşir ve neşr-i insanî ile beraber, umum onları dahi yapacak; veyahut bâzı mühimlerini yapar.
Bir suâl: Diyorsunuz ki: "Sen, Sözlerde kıyas-ı temsilî çok istimâl ediyorsun. Halbuki fenn-i mantıkça, kıyas-ı temsilî, yakîni ifade etmiyor. Mesâil-i yakîniyede bürhan-ı mantıkî lâzımdır. Kıyas-ı temsilî, usûl-ü fıkıh ulemâsınca zann-ı gàlip kâfi