Sözler Otuz İkinci Söz

isimlerinin arkalarında Vedûd ve Mâruf isimlerini okutuyor ve masnuun lisân-ı halinden işitiliyor.
Sonra, o müzeyyen mevcudu, o güzel mahlûku leziz meyveler, sevimli neticelerle süslendirip, zînetten ni’mete, lütuftan rahmete çevirir, Mün’im ve Rahîm ismini okutturur ve zâhirî perdeler arkasında o iki ismin cilvesini gösterir.
Sonra, bu Rahîm ve Kerîm’i, Müstağnî-i Alelıtlak olan Zâtta bu cilveye sevk eden, elbette bir terahhum, tahannün şe’nleridir ki; ism-i Hannân ve Rahmân’ı okutturuyor ve gösteriyor. Şu terahhum, tahannün mânâlarını cilveye sevk eden, elbette bir cemâl ve kemâl-i zâtîdir ki, tezâhür etmek ister. Cemîl ismini ve Cemîl isminde münderiç olan Vedûd ve Rahîm isimlerini okutturuyor. Çünkü cemâl bizzat sevilir. Zîcemâl ve cemâl, kendi kendini sever. Hem hüsündür, hem muhabbettir. Kemâl dahi bizzat mahbubdur, sebepsiz olarak sevilir. Hem muhibdir, hem mahbubdur. Mâdem nihayetsiz derece-i kemâlde bir cemâl ve nihayetsiz derece-i cemâlde bir kemâl nihayet derecede sevilir, muhabbete ve aşka lâyıktır. Elbette, aynalarda ve aynaların kabiliyetlerine göre lemeâtını ve cilvelerini görmek ve göstermekle tezâhür etmek ister.
Demek, Sâni-i Zülcelâlin ve Hakîm-i Zülcemâlin ve Kadîr-i Zülkemâlin zâtındaki cemâl-i zâtî ve kemâlât-ı zâtiyesi terahhum ve tahannün ister ve Rahmân ve Hannân isimlerini tecellîye sevk eder.
Terahhum ve tahannün ise, rahmet ve ni’meti göstermekle Rahîm ve Mün’im isimlerini cilveye sevk eder.
Rahmet ve ni’met ise teceddüd, taarrüf şe’nlerini iktizâ edip, Vedûd ve Mâruf isimlerini tecellîye sevk eder, masnuun bir perdesinde onları gösterir.
Teveddüd ve taarrüf ise, lütuf ve kerem mânâlarını tahrik eder; Latîf ve Kerîm isimlerini masnuun bâzı perdelerinde okutturuyor. Lütuf ve kerem şe’nleri ise, tezyin ve tenvir fiillerini tahrik eder, Müzeyyin ve Münevvir isimlerini masnuun hüsün ve nurâniyeti lisâniyle okutturur. Ve o tezyin ve tahsin şe’nleri ise, sun’ ve inâyet mânâlarını iktizâ eder ve Sâni’ ve Muhsîn isimlerini o masnuun güzel sîmâsıyla okutturur.
Ve o sun’ ve inâyet ise, bir ilim ve hikmeti iktizâ eder ve ism-i Alîm ve Hakîm’i o masnuun intizamlı, hikmetli âzâsıyla okutturur.
O ilim ve hikmet ise, tanzim, tasvir, teşkil fiillerini iktizâ ediyor; Musavvir ve Mukaddîr isimlerini, masnuun heyetiyle, şekliyle okutturur, gösterir.
İşte, Sâni-i Zülcelâl, bütün masnuâtını öyle bir tarzda yapmış ki, ekserîsi, hususan zîhayat kısmı, çok esmâ-i İlâhiyeyi okutturur. Güyâ herbir masnuuna ayrı ayrı, birbiri üstünde yirmi gömlek giydirmiş, yirmi perdeye sarmış; her gömlekte, her perdede ayrı ayrı esmâsını yazmış.
Meselâ, temsilde gösterildiği gibi, tek güzel bir çiçekle, insanın kısm-ı sânîsinden bir ferd-i hasnânın yalnız zâhirî hilkatlerinde, çok sahifeler vardır. Başka büyük ve küllî masnuâtı, o iki cüz’î misâle kıyas et.
Birinci sahife: Umumi şekil ve miktarını gösteren heyettir ki; yâ Musavvir, yâ Mukaddîr, yâ Munazzım isimlerini yâd eder.
İkinci sahife: Sûretlerinde ayrı ayrı âzâların inkişafıyla hâsıl olan çiçek ve insanın basit heyetidir ki, o sahifede Alîm, Hakîm isimleri gibi çok isimler yazılıyor.
Üçüncü sahife: O iki mahlûkun ayrı ayrı âzâlarına, ayrı ayrı hüsün ve zînet vermekle, o sahifede Sâni’ ve Bâri’ isimleri gibi çok isimler yazılıyor.