Sözler Otuzuncu Söz

Hem, meslek-i felsefenin esâsât-ı fâsidesindendir ki, ene, kendi zâtında hava gibi zayıf bir mahiyeti olduğu halde, felsefenin meşum nazarı ile mânâ-i ismî cihetiyle baktığı için, güyâ buhar-misâl o ene temeyyü’ edip, sonra ülfet cihetiyle ve maddiyâta tevaggul sebebiyle güyâ tasallûb ediyor. Sonra gaflet ve inkâr ile, o enâniyet, tecemmüd eder. Sonra isyan ile tekeddür eder, şeffâfiyetini kaybeder. Sonra gittikçe kalınlaşıp sahibini yutar. Nev-i insanın efkârıyla şişer; sonra sâir insanları, hattâ esbâbı kendine ve nefsine kıyas edip, onlara-kabul etmedikleri ve teberrî ettikleri halde-birer firavunluk verir. İşte o vakit, Hàlık-ı Zülcelâlin evâmirine karşı mübâreze vaziyetini alır, -1- der, meydan okur gibi Kadîr-i Mutlakı acz ile ittiham eder. Hattâ, Hàlık-ı Zülcelâlin evsâfına müdâhale eder; işine gelmeyenleri ve nefs-i emmârenin firavunluğunun hoşuna gitmeyenleri ya red, ya inkâr, ya tahrif eder.
Ezcümle: Felâsifenin bir tâifesi, Cenâb-ı Hakka "mûcib-i bizzat" demişler, ihtiyârını nefyetmişler, ihtiyârını ispat eden bütün kâinatın nihayetsiz şehâdetlerini tekzib etmişler. Feyâ sübhânallah! Şu kâinatta zerreden şemse kadar bütün mevcudât, taayyünâtlarıyla, intizamâtıyla, hikmetleriyle, mîzanlarıyla Sâniin ihtiyârını gösterdikleri halde, şu kör olası felsefenin gözü görmüyor!
Hem bir kısım felâsife, "Cüz’iyâta ilm-i İlâhî taallûk etmiyor" diye ilm-i İlâhînin azametli ihâtasını nefyedip, bütün mevcudâtın şehâdât-ı sâdıkalarını reddetmişler.
Hem, felsefe esbâba tesir verip, tabiat eline icad verir. Yirmi İkinci Sözde katî bir sûrette ispat edildiği gibi, her şeyde Hàlık-ı Küll-i Şeye has parlak sikkeyi görmeyip, âciz, câmid, şuursuz, kör ve iki eli tesadüf ve kuvvet gibi iki körün elinde olan tabiata masdâriyet verip, binler hikmet-i âliyeyi ifade eden ve herbiri birer mektubât-ı Samedâniye hükmünde olan mevcudâtın bir kısmını ona mal eder. Hem, Onuncu Sözde ispat edildiği gibi, Cenâb-ı Hak bütün esmâsıyla ve kâinat bütün hakàikıyla ve silsile-i nübüvvet bütün tahkikatıyla ve kütüb-ü semâviye bütün âyâtıyla gösterdikleri haşir ve âhiret kapısını bulmayıp, haşri nefyedip, ervâhlara bir ezeliyet isnad etmişler. İşte, bu hurâfâtlara sâir meselelerini kıyas edebilirsin.
Evet, şeytanlar, güyâ ene’nin gaga ve pençesiyle, dinsiz feylesoflarının akıllarını havaya kaldırıp, dalâlet derelerine atıp dağıtmıştır. Küçük âlemde ene, büyük âlemde tabiat gibi tâğutlardandır.
-2-

1 "Çürümüş kemikleri kim diriltecek?" (Yâsin Sûresi: 78.)

2 Kim insanları Allah’ın yolundan saptırıp isyâna sürükleyen ve birer ma’bud gibi kıymet verilen tâğutları reddeder ve Allah’a imân ederse, işte o, kopmaz ve kırılmaz, sapa sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah ise her şeyi hakkıyla işiten, her şeyi hakkıyla bilendir. (Bakara Sûresi: 256.)