Sözler Yirmi Dördüncü Söz

’ta üç ünvan ile istiâzeyi emrediyor ve Bismillâhirrahmânirrahîm’de, üç ismiyle istiâneyi gösteriyor.
İkinci Dal
Çok esrârın anahtarlarını tazammun eden iki sırrı beyân eder.
• Birinci Sır: "Evliyâ, niçin usûl-ü imâniyede ittifak ettikleri halde, meşhudâtlarında, keşfiyâtlarında çok tehâlüf ediyorlar? Şuhud derecesinde olan keşifleri bâzan hilâf-ı vâki’ ve muhâlif-i hak çıkıyor. Hem, niçin ehl-i fikir ve nazar, her biri katî bürhan ile hak telâkkî ettikleri efkârlarında birbirine mütenâkız bir sûrette hakikati görüyorlar ve gösteriyorlar? Bir hakikat niçin çok renklere giriyor?"
• İkinci Sır: "Enbiyâ-i sâlife, niçin haşr-i cismânî gibi bir kısım erkân-ı imâniyeyi bir derece mücmel bırakmışlar, Kur’ân gibi tafsilât vermemişler? Sonra, ümmetlerinden bir kısmı, ileride o mücmel olan erkânı inkâra kadar gitmişler. Hem, niçin hakiki ârif olan evliyânın bir kısmı yalnız tevhidde ileri gitmişler, hattâ derece-i hakkalyakîne kadar gittikleri halde, bir kısım erkân-ı imâniye, onların meşreplerinde pek az ve mücmel bir sûrette görünüyor? Hattâ, onun içindir ki, onlara tebâiyet edenler, ileride o erkân-ı imâniyeye lâzım olan ehemmiyeti vermemişler, hattâ bâzıları sapmışlar. Mâdem bütün erkân-ı imâniyenin inkişafıyla hakiki kemâl bulunur; niçin ehl-i hakikat bâzısında çok ileri ve bir kısmında çok geri kalmışlar? Halbuki, bütün esmânın mertebe-i âzamlarının mazharı ve bütün enbiyânın serveri olan Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ve bütün kütüb-ü mukaddesenin reis-i enveri olan Kur’ân-ı Hakîm, bütün erkân-ı imâniyeyi vâzıh bir sûrette, pek ciddî bir ifadede ve kasdî bir tarzda tafsil etmişlerdir."
Evet; çünkü, hakikatte hakiki kemâl-i etemm öyledir. İşte şu esrârın hikmeti şudur ki:
İnsan, çendan bütün esmâya mazhar ve bütün kemâlâta müstaiddir; lâkin, iktidarı cüzî, ihtiyârı cüzî, istidadı muhtelif, arzuları mütefâvit olduğu halde, binler perdeler, berzahlar içinde hakikati taharrî eder. Onun için, hakikatin keşfinde ve hakkın şuhudunda berzahlar ortaya düşüyor. Bâzılar berzahtan geçemiyorlar. Kabiliyetler başka başka oluyor. Bâzıların kabiliyeti bâzı erkân-ı imâniyenin inkişafına menşe’ olamıyor. Hem, esmânın cilvelerinin renkleri, mazhara göre tenevvü’ ediyor, ayrı ayrı oluyor. Bâzı mazhar olan zât, bir ismin tam cilvesine medâr olamıyor. Hem, külliyet ve cüz’iyet ve zılliyet ve asliyet itibâriyle, cilve-i esmâ, başka başka sûret alıyor. Bâzı istidad cüz’iyetten geçemiyor ve gölgeden çıkamıyor. Ve istidada göre, bâzan bir isim gàlip oluyor, yalnız kendi hükmünü icrâ ediyor, o istidadda onun hükmü hükümran oluyor. İşte, şu derin sırra ve şu geniş hikmete esrarlı, geniş ve hakikat ile bir derece karışık bir temsille bâzı işaretler ederiz.