İşte buna kıyasen, başkalarını dahi tatbik etsen, ne kadar latîf ve güzel ve doğru ve mücâzefesiz bir hakikat olduğunu anlarsın.
• Onuncu Asıl: Ekser tâife-i mahlûkatta olduğu gibi, ef’âl ve a’mâl-i beşeriyede bâzı hârika ferdler bulunur. O ferdler, eğer iyilikte ileri gitmişse, o nevilerin medâr-ı fahrlarıdır; yoksa, medâr-ı şeâmetleridir. Hem, gizleniyorlar; âdetâ birer şahs-ı mânevî, birer gàye-i hayal hükmüne geçerler. Sâir ferdlerin her birisi o olmaya çalışır ve o olmak ihtimâli var. Demek o mükemmel hârika ferd, mutlak, mübhem bulunup, her yerde bulunması mümkün. Şu ibhâm itibâriyle, mantıkça kazıye-i mümkine sûretinde külliyetine hükmedilebilir. Yani, her bir amel şöyle bir netice verebilmesi mümkündür. Meselâ, "Kim iki rekât namazı filân vakitte kılsa, bir hac kadardır." 1
İşte iki rekât namaz bâzı vakitte bir hacca mukabil geldiği hakikattir. Her bir iki rekât namazda bu mânâ külliyet ile mümkündür.
Demek şu nev’deki rivâyetler, vukuu bilfiil dâimî ve küllî değil. Zîrâ, kabulün mâdem şartları vardır; külliyet ve dâimîlikten çıkar. Belki, ya bilfiil muvakkattır, mutlaktır; veyahut mümkinedir, külliyedir. Demek şu nevi ehâdisteki külliyet ise, imkân itibâriyledir. Meselâ, "Gıybet, katl gibidir." 2
Demek gıybette öyle bir ferd bulunur ki, katl gibi bir zehr-i kàtilden daha muzırdır. Meselâ, "Bir güzel söz, bir abdi âzâd etmek gibi bir sadaka-i azîmenin yerine geçer." 3
Şimdi terğib ve teşvik için o müphem ferd-i mükemmel, mutlak bir sûrette her yerde bulunmasının imkânını vâki’ bir sûrette göstermekle, hayra şevki ve şerden nefreti tahrik etmektir.
Hem de, şu âlemin mikyâsıyla âlem-i ebedînin şeyleri tartılmaz. Buranın en büyüğü, oranın en küçüğüne muvâzî gelemez. Sevâb-ı amâl o âleme baktığı için dünyevî nazarımız ona dar geliyor. Aklımıza sığıştıramıyoruz.
Meselâ,
-1- Yani,
-2-
Kenzü’l-Ummâl, 7:808, hadîs no: 21508; Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr: 7740.
Müsnedü’l-Firdevs, 3:116, 117; Kenzü’l-Ummâl, 3:589, hadîs no: 8043. (Kenzü’l-Ummâl’da "Gıybet zinâdan daha şiddetlidir" şeklinde geçmektedir.)
Et-Tergib ve’t-Terhîb, 3:421, 434; Kenzü’l-Ummâl, 6:422, hadîs no: 16360; Nevevî, el-Ezkâr, s. 288.
1 Kim bunu okursa, Mûsâ ve Hârun’un sevabı kadar sevap verilir. (Şeyh Ahmed Gümüşhanevî, Mecmûatü’l-Ahzâb, s. 263.)
2 Göklerin ve yerlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun. • Göklerde ve yerlerde büyüklük sâdece âlemlerin Rabbi olan Ona mahsustur. O, sonsuz izzet ve hikmet sahibidir. • Hamd göklerin ve yerlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. • Göklerde ve yerlerde azamet sadece âlemlerin Rabbi olan Onundur. O sonsuz izzet ve hikmet sâhibidir.• Mülk sadece Onundur. O semâvâtın Rabbidir ve sonsuz izzet, hikmet sahibidir. (Mecmûatü’l-Ahzâb, sh. 350.)