Hem, her bir şey iki nazar ile bakıldığı vakit, iki muhtelif hakikati gösteriyor. İkisi de hakikat olabilir. Fennin hiçbir hakikat-i katiyesi, Kur’ân’ın hakàik-ı kudsiyesine ilişemez. Fennin kısa eli, onun münezzeh ve muallâ dâmenine erişemez. Nümûne olarak bir misâl zikrederiz.
Meselâ, küre-i arz ehl-i hikmet nazarıyla bakılsa, hakikati şudur ki: Güneş etrafında mutavassıt bir seyyâre gibi, hadsiz yıldızlar içinde döner. Yıldızlara nispeten küçük bir mahlûk. Fakat, ehl-i Kur’ân nazarıyla bakıldığı vakit, On Beşinci Sözde izah edildiği gibi, hakikati şöyledir ki: Semere-i âlem olan insan, en câmi’, en bedî ve en âciz, en azîz, en zayıf, en latîf bir mucize-i kudret olduğundan, beşik ve meskeni olan zemin, semâya nispeten maddeten küçüklüğüyle ve hakàretiyle beraber, mânen ve san’aten bütün kâinatın kalbi, merkezi, bütün mu’cizât-ı sanatının meşheri, sergisi, bütün tecelliyât-ı esmâsının mazharı, nokta-i mihrâkiyesi, nihayetsiz faaliyet-i Rabbâniyenin mahşeri, ma’kesi, hadsiz hallâkıyet-i İlâhiyenin hususan nebâtât ve hayvanâtın kesretli enva-ı sağîresinden cevâdâne icadın medârı, çarşısı ve pek geniş âhiret âlemlerindeki masnuâtın küçük mikyasta numûnegâhı ve mensucât-ı ebediyenin süratle işleyen tezgâhı ve menâzır-ı sermediyenin çabuk değişen taklidgâhı ve besâtîn-i dâimenin tohumcuklarına süratle sünbüllenen dar ve muvakkat mezraası ve terbiyegâhı olmuştur. İşte, arzın bu azamet-i mâneviyesinden ve ehemmiyet-i san’aviyesindendir ki, Kur’ân-ı Hakîm, semâvâta nispeten büyük bir ağacın küçük bir meyvesi hükmünde olan arzı, bütün semâvâta karşı, küçücük kalbi büyük kalıba mukabil tutmak gibi, denk tutuyor. Onu bir kefede, bütün semâvâtı bir kefede koyuyor, mükerreren,
-1- diyor.
İşte sâir mesâili buna kıyas et ve anla ki, felsefenin ruhsuz, sönük hakikatleri Kur’ân’ın parlak, ruhlu hakikatleriyle müsâdeme edemez. Nokta-i nazar ayrı ayrı olduğu için ayrı ayrı görünür.
Dördüncü Dal
-2-
Şu büyük ve geniş âyetin hazînesinden yalnız bir tek cevherini göstereceğiz. Şöyle ki:
1 Göklerin ve yerin Rabbi. (Kehf Sûresi: 14; Sad Sûresi: 66; Zuhruf Sûresi: 82; Nebe’ Sûresi: 37.)
2 Görmez misin ki, göklerde olanlar ve yerde olanlar, güneş, ay ve yıldızlar, dağlar, ağaçlar ve hayvanlar ve insanların birçoğu Allah’a secde eder. Birçoğu da vardır ki, onlar üzerine azab hak olmuştur. Allah kimi hor kılarsa, onu saadete kavuşturacak hiçbir kimse yoktur. Şüphesiz ki Allah dilediğini yapar. [Hac Sûresi: 18. (Bu âyet secde âyetidir.)]