Sözler Yirmi Üçüncü Söz

bütün çeşit çeşit ezvâk-ı mahsusalarını temyiz eden insanın zâikà-i lisâniyesi ve hakàikın bütün inceliklerine nüfuz eden insanın aklı ve kemâlâtın bütün envâına müştak insanın kalbi gibi, sâir cihazları, âletleri nerede? Hayvanın pek basit, yalnız bir iki mertebe inkişaf etmiş âletleri nerede? Yalnız şu kadar fark var ki, hayvan, kendine has bir amelde-münhasıran o hayvanda bir cihaz-ı mahsus-ziyâde inkişaf eder. Fakat o inkişaf, hususidir.
İnsanın cihazât cihetiyle zenginliği şu sırdandır ki: Akıl ve fikir sebebiyle, insanın hasseleri, duyguları fazla inkişaf ve inbisat peydâ etmiştir. Ve ihtiyacâtın kesreti sebebiyle, çok çeşit çeşit hissiyât peydâ olmuştur. Ve hassâsiyeti çok tenevvü’ etmiş; ve fıtratın câmiiyeti sebebiyle, pekçok makàsıda müteveccih arzulara medâr olmuş; ve pekçok vazife-i fıtriyesi bulunduğu sebebiyle, âlât ve cihazâtı ziyâde inbisat peydâ etmiştir. Ve ibâdâtın bütün envâına müstaid bir fıtratta yaratıldığı için, bütün kemâlâtın tohumlarına câmi’ bir istidad verilmiştir.
İşte şu derece cihazâtça zenginlik ve sermâyece kesret, elbette ehemmiyetsiz, muvakkat şu hayat-ı dünyeviyenin tahsili için verilmemiştir. Belki, şöyle bir insanın vazife-i asliyesi, nihayetsiz makàsıda müteveccih vezâifini görüp, acz ve fakr ve kusurunu ubûdiyet sûretinde ilân etmek ve küllî nazarıyla mevcudâtın tesbihâtını müşâhede ederek, şehâdet etmek ve nimetler içinde imdadât-ı Rahmâniyeyi görüp şükretmek ve masnuâtta kudret-i Rabbâniyenin mu’cizâtını temâşâ ederek nazar-ı ibretle tefekkür etmektir.
Ey dünyaperest ve hayat-ı dünyeviyeye âşık ve sırr-ı ahsen-i takvîmden gàfil insan! Şu hayat-ı dünyeviyenin hakikatini, bir vâkıa-i hayaliyede, Eski Said görmüş. Onu Yeni Said’e döndürmüş olan şu vâkıa-i temsiliyeyi dinle.
Gördüm ki, ben bir yolcuyum, uzun bir yola gidiyorum, yani gönderiliyorum. Seyyidim olan zât, bana tahsis ettiği altmış altından tedricen birer miktar para veriyordu. Ben de sarf edip pek eğlenceli bir hana geldim. O handa, bir gece içinde on altını kumara mumara, eğlencelere ve şöhretperestlik yoluna sarf ettim. Sabahleyin elimde hiçbir para kalmadı; bir ticaret edemedim, gideceğim yer için bir mal alamadım. Yalnız, o paradan bana kalan elemler, günahlar ve eğlencelerden gelen yaralar, bereler, kederler benim elimde kalmıştı.
Birden, ben o hazin hâlette iken, orada bir adam peydâ oldu. Bana dedi:
"Bütün bütün sermâyeni zâyi ettin; tokata da müstehak oldun. Gideceğin yere de, müflis olarak, elin boş gideceksin. Fakat, aklın varsa, tevbe kapısı açıktır, bundan sonra sana verilecek bakî kalan on beş altından, her eline geçtikçe, yarısını ihtiyaten muhâfaza et; yani, gideceğin yerde sana lâzım olacak bâzı şeyleri al."
Baktım, nefsim râzı olmuyor. "Üçte birisini" dedi; ona da nefsim itaat etmedi. Sonra "Dörtte birisini" dedi. Baktım; nefsim mübtelâ olduğu âdetini terk edemiyor. O adam hiddetle yüzünü çevirdi, gitti.
Birden, o hal değişti. Baktım ki, ben tünel içinde sukut eder gibi bir süratle giden bir şimendifer içindeyim. Telâş ettim.