İşte bak, ne kadar parlak ve binden
Hâşiye 20
ziyâde nişanları var. Ne kadar kuvvetli söylüyor, ne kadar tatlı bir sohbet ediyor. Şu on beş gün zarfında, bunların dediklerini ben bir parça öğrendim; sen de benden öğren. Bak, o zât, şu memleketin mu’ciznümâ sultanından bahsediyor. "O Sultan-ı Zîşan beni sizlere gönderdiğini" söylüyor. Bak, öyle hârikalar gösteriyor; şüphe bırakmıyor ki, bu zât o padişahın bir memur-u mahsusudur.
Sen dikkat et ki, bu zâtın söylediği sözü, değil yalnız şu cezîredeki mahlûklar dinliyorlar; belki, hârikulâde sûretinde, bütün memlekete işittiriyor. Çünkü, uzaktan uzağa herkes buradaki nutkunu işitmeye çalışıyor. Değil yalnız insanlar dinliyor, belki hayvanlar da, hattâ bak, dağlar da onun getirdiği emirlerini dinliyorlar ki, yerlerinden kımıldanıyorlar. Şu ağaçlar, işaret ettiği yere gidiyorlar. Nerede istese su çıkarıyor. Hattâ parmağını da bir âb-ı Kevser memesi gibi yapar; ondan âb-ı hayat içiriyor. Bak, şu sarayın kubbe-i âlîsinde mühim lâmba,
Hâşiye 21
onun işaretiyle, bir iken, ikileşiyor. Demek, bu memleket, bütün mevcudâtıyla, onun memuriyetini tanıyor. Onu o gaybî zât-ı mu’ciznümânın has ve doğru bir tercümânı, bir dellâl-ı saltanatı ve tılsımının keşşâfı ve evâmirinin tebliğine emîn bir elçisi olduğunu biliyorlar gibi, onu dinleyip itaat ediyorlar.
İşte, bu zâtın her söylediği sözü, etrafındaki bütün aklı başında olanlar, "Evet, evet, doğrudur" derler, tasdik ederler. Belki şu memlekette dağlar, ağaçlar, bütün memleketi ışıklandıran büyük nur lâmbası,
Hâşiye 22
onun işaret ve emirlerine baş eğmesiyle, "Evet, evet, her dediğin doğrudur" derler.
İşte ey sersem arkadaş! Şu Padişahın hazîne-i hâssasına mahsus bin nişan taşıyan şu nurânî muhteşem ve ciddî zâtın bütün kuvvetiyle, bütün memleketin ileri gelenlerinin taht-ı tasdikinde bahsettiği bir zât-ı mu’ciznümâda ve zikrettiği evsâfında ve tebliğ ettiği evâmirinde hiçbir vecihle hilâf ve hile bulunabilir mi? Bunda hilâf-ı hakikat kàbilse, şu sarayı, şu lâmbaları, şu cemaati, hem vücudlarını, hem hakikatlerini tekzib etmek lâzım gelir. Eğer haddin varsa buna karşı itiraz parmağını uzat. Gör, nasıl parmağın, bürhan kuvvetiyle kırılıp, senin gözüne sokulacak.
On İkinci Bürhan
Gel, ey bir parça aklı başına gelen birâder! Bütün on bir bürhan kuvvetinde bir bürhan daha göstereceğim.
Hâşiye 20
Bin nişan ise, ehl-i tahkik yanında bine bâliğ olan mu’cizât-ı Ahmediyedir (a.s.m.).
Hâşiye 21
Mühim lâmba kamerdir ki, onun işaretiyle iki parça olmuş. Yani, Mevlânâ Câmi’nin dediği gibi, "Hiç yazı yazmayan o ümmî zât, parmak kalemiyle sahife-i semâvîde bir elif yazmış; bir kırkı, iki elli yapmış." Yani, şakktan evvel, kırk olan "mim"e benzer, şakktan sonra iki hilâl oldu, elliden ibâret olan iki "nun"a benzedi.
Hâşiye 22
Büyük bir nur lâmbası, Güneştir ki, arzın şarktan geri dönmesiyle yeniden güneşin görünmesi; kucağında Peygamberin (a.s.m.) yatmasıyla ikindi namazını kılmayan İmam Ali (r.a.), o mucizeye binâen ikindi namazını edâen kılmış.