İşte, bak: Yukarıdan inen ve herkes ona hayretinden veyahut hürmetinden kemâl-i dikkatle bakan şu nurânî fermana
Hâşiye 23
bak. O bin nişanlı zât, onun yanına durmuş, o fermanın meâlini umuma beyân ediyor.
İşte, şu fermanın üslûbları öyle bir tarzda parlıyor ki, herkesin nazar-ı istihsanını celb ediyor; ve öyle ciddî, ehemmiyetli meseleleri zikrediyor ki, herkes kulak vermeye mecbur oluyor. Çünkü bütün bu memleketi idare eden ve bu sarayı yapan ve bu acâibi izhâr eden zâtın şuûnâtını, ef’âlini, evâmirini, evsâfını birer birer beyân ediyor. O fermanın heyet-i umumiyesinde bir turra-i âzam olduğu gibi; bak her bir satırında, her bir cümlesinde, taklid edilmez bir turra olduğu misillü; ifade ettiği mânâlar, hakikatler, emirler, hikmetler üstünde dahi, o zâta mahsus birer mânevî hâtem hükmünde, ona has bir tarz görünüyor. Elhasıl, o ferman-ı âzam, güneş gibi, o zât-ı âzamı gösterir; kör olmayan görür.
İşte ey arkadaş! Aklın başına gelmiş ise, bu kadar kâfi. Eğer bir sözün varsa şimdi söyle.
O inatçı adam cevaben dedi ki:
"Ben senin bu bürhanlarına karşı yalnız derim: ’Elhamdülillâh, inandım. Hem güneş gibi parlak ve gündüz gibi aydın bir tarzda inandım ki, şu memleketin tek bir
Mâlik-i Zülkemâli, şu âlemin tek bir Sahib-i Zülcelâli, şu sarayın tek bir
Sâni-i Zülcemâli bulunduğunu kabul ettim.’ Allah senden râzı olsun ki, beni eski inadımdan ve divâneliğimden kurtardın. Getirdiğin bürhanların herbirisi, tek başıyla bu hakikati göstermeye kâfi idi. Fakat, herbir bürhan geldikçe, daha revnaktar, daha şirin, daha hoş, daha nurânî, daha güzel mârifet tabakaları, tanımak perdeleri, muhabbet pencereleri açıldığı için bekledim, dinledim."
Tevhîdin hakikat-i uzmâsına ve
-1- imânına işaret eden hikâye-i temsîliye tamam oldu. Fazl-ı Rahmân, feyz-i Kur’ân, nur-u imân sayesinde, tevhid-i hakikinin güneşinden, hikâye-i temsîliyedeki On İki Bürhana mukabil, On İki Lem’a ile bir Mukaddemeyi göstereceğiz.
-2-
1 Allah’a imân ettim.
Hâşiye 23
Nurânî ferman Kurân’a; ve üstündeki turra ise, icâzına işarettir.