Bu acîb asırda, ehl-i îman Risâle-i Nura ve ehl-i fen ve mektep muallimleri Asâ-yı Mûsa’ya şiddetle muhtaç oldukları gibi, hâfızlar ve hocalar dahi Zülfıkâr a şiddetle muhtaçtırlar.
Evet, meselâ, i’câz-ı Kur’âniye bahsindeki ekser âyetlerin medâr-ı şüphe ve îtiraz olmuş aynı yerlerde i’câzın lem’aları ve Kur’ân’ın güzel nükteleri ispat edilmiş.
Umum Risâle-i Nur şâkirdleri nâmına
SAİD NURSİ
Azîz, sıddık kardeşlerim,
Mâdem Risâle-i Nur makine ile taammüm etmeye başlamış; ve mâdem felsefe ve hikmet-i cedîdeyi okuyan mektepliler ve muallimler çoklukla Risâle-i Nur’a yapışıyorlar. Elbette bir hakîkati beyân etmek lâzım geliyor. Şöyle ki:
Risâle-i Nur’un şiddetle tokat vurduğu ve hücum ettiği felsefe ise, mutlak değildir; belki muzır kısmınadır. Çünkü, felsefenin hayat-ı içtimâiye-i beşeriyeye ve ahlâk ve kemâlât-ı insâniyeye ve sanatın terakkiyâtına hizmet eden felsefe ve hikmet kısmı ise, Kur’ân ile barışıktır. Belki Kur’ân’ın hikmetine hâdimdir; muâraza edemez. Bu kısma Risâle-i Nur ilişmiyor.
İkinci kısım felsefe ise, dalâlete ve ilhâda ve tabiat bataklığına düşürmeye vesîle olduğu gibi, sefâhet ve lehviyât ile gaflet ve dalâleti netice verdiğinden ve sihir gibi hârikalarıyla Kur’ân’ın mu’cizekâr hakîkatleriyle muâraza ettiği için, Risâle-i Nur, ekser eczâlarında mîzanlarla ve kuvvetli ve bürhanlı muvâzenelerle felsefenin yoldan çıkmış bu kısmına ilişiyor, tokatlıyor; müstakîm, menfaattar felsefeye ilişmiyor. Onun için, mektepliler Risâle-i Nur’a îtirazsız, çekinmeyerek giriyorlar ve girmelidirler.