boğuşmalardan, elbette âlem-i İslâm ve Kur’ân teberrî eder. Yardımcılıklarına, tenezzül edip tezellül etmez. Çünkü onlarda öyle dehşetli bir firavunluk, bir hodgâmlık hükmediyor; değil Kur’ân’a, Islâma yardım, belki kendine tâbî ve âlet etmekle elini uzatır. Öyle zâlimlerin kılıçlanna dayanmak, hakkâniyet-i Kur’âniye, elbette tenezzül etmez.
Ve milyonlarla mâsumların kanıyla yoğrulmuş bir kuvvet yerine, Hâlık-ı Kâinatın kudret ve rahmetine dayanmak, ehl-i Kur’ân’a farz ve vâciptir. Gerçi zındıka ve dinsizlik o boğuşanların birisine dayanıp ehl-i diyaneti ezer. O zındıkanın tazyikinden kurtulmak, onun aksi cereyânına taraftar olmak bir çaredir.Fakat şimdiye kadar o taraftarlık bir menfaat vermeyerek çok zararları dokunmuş.
Hem zındıka, nifak hâsiyetiyle her tarafa döner. Senin dostunu kendine dost edip, sana düşman eder. Senin taraftarlık cihetiyle kazandığın günahlar, faydasız boynunda kalır. Risâle-i Nur şâkirtlerinin vazifeleri îman olduğundan, "hayat meseleleri" onlan çok alâkadar etmez ve merakla baktırmaz. İşte bu hakîkate binâen, değil on üç ay, belki on üç sene dahi bakmasam hakkım var. Sizler baktınız, günahlardan başka ne kazandınız; ben bakmadım, ne kaybettim?
Kastamonu Lâhikası, s. 154-155.