mü’minînin şeyhlerine karşı hüsn-ü zanlarını kırmamakla, îmanlarını sarsılmadan muhâfaza etmek; (.) ve Risâle-i Nur’un erkânlarının haksız îtirazlara karşı haklı, fakat zararlı hiddetlerinden kurtarmak lüzûmuna binâen; (.) ve ehl-i ilhâdın iki tâife-i ehl-i hakkın mâbeynindeki husûmetten istifade ederek, birinin silâhıyla, îtirazıyla ötekini cerh edip ve ötekinin delilleriyle berikini çürütüp, ikisini yere vurmak ve çürütmekten içtinâben, Risâle-i Nur şâkirtleri-bu mezkûr dört esâsa binâen-muârızlara hiddet ve tehevvürle ve mukâbele-i bilmisille karşılamamalı. Yalnız kendilerini müdâfaa için, musâlâhakârâne, medâr-ı îtiraz noktaları izah etmek ve cevap vermek gerektir.
Çünkü, bu zamanda enâniyet çok ileri gitmiş. Herkes, kameti miktarında bir buz parçası olan enâniyetini eritmeyip, bozmuyor, kendini mâzur biliyor; ondan nizâ çıkıyor. Ehl-i hak zarar eder; ehl-i dalâlet istifâde ediyor.
İstanbul’da mâlûm îtiraz hâdisesi îmâ ediyor ki, ileride, meşrebini çok beğenen bâzı zâtlar ve hodgâm bâzı sofi-meşrepler ve nefs-i emmâresini tam öldürmeyen ve hubb-u câh vartasından kurtulmayan bâzı ehl-i irşad ve ehl-i hak, Risâle-i Nur’a ve şâkirtlerine karşı kendi meşreplerini ve mesleklerinin revâcını ve etbâlarının hüsn-ü teveccühlerini muhâfaza niyetiyle