hakîkat-hattâ meşrû bir tarzda dahi olsa- enâniyetten,hodfüruşluktan vazgeçmeleri lâzım olduğundan, Risâle-i Nur’un hakîki şâkirtleri, buz parçası olan enârıiyetlerini şahs-ı mânevîde ve havz-ı müşterekte erittiklerinden inşaallah bu fırtınada sarsılmayacaklar.
Şûâlar, s. 267.
Ehl-i dalâletin tarafgirleri, enâniyetten istifâde edip, kardeşlerimi benden çekmek istiyorlar. Hakîkaten, insanda en tehlikeli damar, enâniyettir. Ve en zayıf damarı da odur. Onu okşamakla, Çok fena şeyleri yaptırabilirler.
Ey kardeşlerim! Dikkat ediniz; sizi enâniyette vurmasınlar, onunla sizi avlamasınlar. Hem biliniz ki şu asırda, ehl-i dalâlet, ene’ye binmiş, dalâlet vâdilerinde koşuyor. Ehl-i hak bilmecburiye, eneyi terk etmekle hakka hizmet edebilir. Enenin istimâlinde haklı dahi olsa, mâdem ki ötekilere benzer ve onlar da onları kendileri gibi nefisperest zannederler, hakkın hizmetine karşı bir haksızlıktır. Bununla beraber etrâfına toplandığımız hizmet-i Kur’âniye eneyi kabul etmiyor, "nahnü" isıiyor; "`Ben’ demeyiniz, `Biz’ deyiniz" diyor. Elbette kanaatiniz gelmiş ki, bu fakir kardeşiniz ene ile meydana çıkmamış. Sizi enesine hâdim yapmıyor. Belki, enesiz bir hâdim-i Kur’ânî