olarak kendini size göstermiş. Ve kendini beğenmemeyi ve enesine taraftar olmamayı meslek ittihaz etmiş. Bununla beraber, katî deliller ile sizlere ispat etmiştir ki, meydan-ı istifâdeye vaz’ edilen eserler mîrî malıdır, yani Kur’ân-ı Hakîmin tereşşuhâtıdır; hiç kimse enesiyle onlara temellük edemez. Haydi faız-ı muhâl olarak ben enemle o eserlere sahip çıkıyonım. Benim bir kardeşimin dediği gibi, mâdem bu Kur’ânî hakîkat kapısı açıldı, benim noksaniyetime ve ehemmiyetsizliğime bakılmayarak, ehl-i ilim ve kemâl, arkamda bulunmaktan çekinmemeli ve istiğnâ etmemelidirler. Selef-i sâlihînin ve muhakkikîn-i ulemânın âsarları, çendan her derde kâfı ve vâfi bir hazîne-i azîmedîr; fakat bâzı zaman olur ki, bir anahtar bir hazîneden ziyâde ehemmiyetli olur. Çünkü hazîne kapalıdır; fakat bir anahtar, çok hazîneleri açabilir. Zannederim ki, o enâniyet-i ilmiyeyi fazla taşıyan zâtlar da anladılar ki, neşrolunan Sözler, hakâik-ı Kur’âniyenin birer anahtarı ve o hakâikı inkâr etmeye çalışanların başlarına inen birer elmas kılıçtır. O ehl-i fazl ve kemâl ya kuvvetli enâniyet-i ilmiyeyi taşıyan zâtlar bilsinler ki, bana değil, Kur’ân-ı Hakîme talebe ve şâkirt oluyorlar. Ben de onların bir ders arkadaşıyım. Haydi farz-ı muhâl olarak ben üstadlık dâvâ etsem, mâdem şimdi ehl-i îmânın tabakâtını, avâmdan havassa kadar, mâruz kaldıkları evham ve şübehâttan kurtarmak çaresini