ehl-i îmâna menfaatli bir hizmette taksimü’1-mesâi kâidesiyle iştirak etmişiz. Tesânüdümüzden hâsıl olan bir şahs-ı mânevînin fevkalâde ehemmiyet ve kıymeti ve üstadlığı ve irşâdı bize kâfidir.
Hem mâdem bu zamanda herşeyin fevkınde hizmet-i îmâniye en ehemmiyetli bir vazifedir; hem, kemmiyet ise keyfiyete nisbeten ehemmiyeti azdır; hem, muvakkat ve mütehavvil siyâset âlemleri ebedî, dâimî, sabit hidemât-ı îmâniyeye nisbeten ehemmiyetsizdir, mikyas olamaz, medâr da olamaz.
Risâle-i Nur’un tâlimâtı dairesinde ve bizlere bahşettiği hizmet noktasında feyizli makamlara kanaat etmeliyiz. Haddinden fazla fevkalâde hüsn-ü zan ve müfritâne âlî makam vermek yerine, fevkalâde sadâkat ve sebat ve müfritâne irtibat ve ihlâs lâzımdır. Onda terakkî etmeliyiz.
Kastamonu Lâhikası, s. 57.
***
Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir, menfi hareket değildir. Rızâ-i İlâhîye göre sırf hizmet-i îmâniyeyi yapmaktır, vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır. Bizler âsâyişi muhâfazayı netice veren müsbet îman hizmeti içinde herbir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz...
Ben eskiden beri tahakküme ve terzîle karşıboyun eğmemişim. Hayatımda tahakkümü kaldırmadığım