birçok hâdiselerle sabit olmuş... Fakat bu otuz senedir müsbet hareket etmek, menfi hareket etmemek ve vazife-i İlâhiyeye karışmamak hakîkati için; bana karşı yapılan muâmelelere sabırla, rızâ ile mukâbele ettim. Cercîs Aleyhisselâm gibi ve Bedir, Uhud muhârebelerinde çok cefâ çekenler gibi sabır ve rızâ ile karşıladım...
Çünkü asıl mesele bu zamanın cihâd-I mânevîsidir, mânevî tahribâtına karşı sed çekmektir. Bununla dahilî âsâyişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir. Evet, mesleğimizde kuvvet var. Fakat bu kuvvet, âsâyişi muhâfaza etmek içindir.
düsturu ile ki, "Bir câni yüzünden; onun kardeşi, hânedânı, çoluk çocuğu mesûl olamaz." İşte bunun içindir ki, bütün hayatımda bütün kuvvetimle âsâyişi muhâfazaya çalışmışım. Bu kuvvet dahile karşı değil, ancak haricî tecâvüze karşı istimâl edilebilir. Mezkûr âyetin düsturu ile vazifemiz, dahilideki âsâyişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir. Onun içindir ki, âlem-i İslâmda âsâyişi ihlâl edici dahilî muhârebât ancak binde bir olmuştur. O da, aradaki bir içtihad farkından ileri gelmiştir. Ve cihâd-ı mâneviyenin en
Hiçbir günahkâr, başkasının günahını yüklenmez. (Fâtır Sûresi:18.)