eczahâne-i kudsiyesinden çıkan ve rahmet-i İlâhiye ile elimize verilen Risâle-i Nur’daki hakîkatlere o şahıs masdar ve menbâ ve medâr olamaz. Belki, yalnız çok bîçare ve muhtaç ve Kur’ân kapısında bir sâil ve muhtaçlara yetiştirmeye bir vesîle olduğum halde, Nurun muhlis ve hâlis, sıddîk ve sâdık, sâfî ve fedâkâr şâkirtleri, o bîçare şahsiyetim hakkında yüz derece ziyâde hüsn-ü zanlarını kırmamak ve hissiyâtlarını incitmemek ve Nurlara karşı şevklerine ilişmemek ve "üstad" nâmı verdikleri o bîçare şahsı-onların hatırı için-çok aşağı olduğunu göstermemek ve ağır ve elemli tekellüflere ve tasannûlara mecbur olmamak için ve yirmi sene tecridâtın verdiği tevahhuş için-hattâ dostlarla dahi hizmet-i Nûriye olmazsa görüşmeyi terk ediyorum ve etmeye rûhen mecbur oluyorum-ve tekellüfe ve kıymetten ziyâde kendimi göstermeye ve ziyâde hüsn-ü zan edenlere karşı hoş görünmek için kendimi makam sahibi göstermek ve sırr-ı ihlâsa tam münâfi kendini büyük göstermek ve vakar perdesi altında benliğin zararlı ve fânî zevkini aramak hâletleri ise, ey nefsim, meftûn olduğun o zevkleri hiçe indirirler.
Ey nefıs! Ey zevke müptelâ bedbaht kör hissiyât! Binler dünyevî zevki alsan, şu vaziyette yine bozulur, o zevk ayn-ı elem olur. Mâdem yüzde doksan mâzideki ahbap âdetâ, güyâ beni berzâha çağırıyorlar. Bu