bir cilvesi olan Harb-i Umûminin tarafgirâne, damarları ve âsabları tehyîc edip bâtın-ı kalbe kadar, hattâ hakâik-ı îmâniyenin elmasları derecesine o zararlı, fânî arzuları yerleştirecek derecesinde, bu meş’um asır, öyle şırınga etmiş ve ediyor ve öyle aşılamış ve aşılıyor ki, Risâle-i Nur dairesi haricinde bulunan ulemâlar, belki de velîler, o siyâsî ve içtimâî hayatın râbıtaları sebebiyle, hakâik-ı îmâniyenin hükmünü ikinci, üçüncü derece bırakıp, o cereyanlann hükmüne tâbî olarak, hem fikri olan münâfıkları sever, kendine muhâlif olan ehl-i hakîkati, belki ehl-i velâyeti tenkit ve adâvet eder, hattâ hissiyât-ı dîniyeyi o cereyanlara tâbî yaparlar.
İşte, bu asrın bu acîb tehlikesine karşı Risâle-i Nur’un hizmet ve meşgâlesi, şimdiki siyâseti ve cereyanlarını o derece nazarımdan ıskat etmiş ki, bu Harb-i Umûmiyi bu dön ayda merak etmedim, sormadım.
Hem, Risâle-i Nur’un has talebeleri, bâkî elmaslar hükmünde olan hakâik-ı îmâniyenin vazifesi içinde iken, zâlimlerin satranç oyunlarına bakmakla, vazife-i kudsiyelerine fütur vermemek ve fikirlerini onlar ile bulaştırmamak gerektir.
Cenâb-ı Hak, bize nur ve nûrânî vazifeyi vermiş,onlara da zulümlü, zulümâtlı oyunları vermiş. Onlar bizden istiğnâ edip yardım etmedikleri ve elimizdeki