Cehennem azâbını ve elemlerini göstermekle olur ki; Risâle-i Nur, o meslekten gidiyor.
Yoksa, bu zamandaki küfr-ü mutlakın ve fenden gelen dalâletin ve sefâhetten gelen tiryâkiliğin inadı karşısında, Cenâb-ı Hakkı tanıttırdıktan sonra ve Cehennemin vücudunu ispat ile ve onun azâbı ile insanları fenalıktan ve seyyiâttan vaz geçirmek yolu ile, ondan, belki de yirmiden birisi ders alabilir. Ders aldıktan sonra da, "Cenâb-ı Hak, Gafûrü’r-Rahîmdir. Hem, Cehennem pek uzaktır" der; yine
sefâhetine devam edebilir. Kalbi, rûhu hissiyâtına mağlûp olur.
İşte, Risâle-i Nur’daki ekser muvâzeneler, küfür ve dalâletin dünyadaki elîm ve ürkütücü neticelerini göstermekle en muannid ve nefisperest insanları dahi o menhus gayr-i meşrû lezzetlerden ve sefâhetlerden bir nefret verip, aklı başında olanları tevbeye sevk eder. O muvâzenelerden Altıncı, Yedinci, Sekizinci Sözlerdeki küçük muvâzeneler ve Otuz İkinci Sözün üçüncü Mevkıfındaki uzun muvâzene, en
sefıh ve dalâlette giden adamı da ürkütüyor; dersini kabul ettiriyor.
........
BU ASIRDA İKİNCİ DEHŞETLİ HAL
: Eski zamanda Küfr-ü mutlak ve fenden gelen dalâletler ve küfr-ü inâdîden gelen temerrüd bu zamana nisbeten pek azdı. Onun için eski İslâm muhakkiklerinin dersleri, hüccetleri o zamanda tam kâfi olurdu, küfr-ü