İslâmiyeti içine alan dağlar büyüklüğünde taşlan bulunan bir muhît kal’ayı tâmir ediyor; ve yalnız husûsi bir kalbi ve has bir vicdanı ıslâha çalışmıyor; belki bin seneden beri tedârik ve terâküm edilen müfsid âletler ile dehşetli rahnelenen kalb-i umûmi ve efkâr-ı âmmeyi ve umûmun, bâhusus avâm-ı mü’minînin istinadgâhları olan İslâmî esaslar ve cereyanlar ve şeâirler kınlmasıyla, bozulmaya yüz tutan vicdân-ı umûmiyi Kur’ân’ın i’câzıyla, o geniş yaralannı Kur’ân’ın ve îmânın ilâçlan ile tedâvi etmeye çalışıyor.
Elbette böyle killlî ve dehşetli rahnelere ve yaralara hakkalyakîn derecesinde ve dağlar kuvvetinde hüccetler, cihazlar ve bin tiryak hâsiyetinde mücerreb ilâçlar, hadsiz edviyeler bulunmak gerektir ki; bu zamanda, Kur’ân-ı Mu’cizü’1-Beyânın i’câz-ı mânevîsinden çıkan Risâle-i Nur o vazifeyi gömıekle beraber, îmânın hadsiz mertebelerinde terakkiyât ve inkişâfâta medârdır.
Kastamonu Lâhikası, s. 25.
Risâle-i Nur, bu zamanda hilâfet vazifesini yapıyor
Hazret-i Hasan Radryallahü Anhın altı aylık hilâfeti ile beraber, Risâle-i Nur’un, Cevşenü’l-Kebîr’den ve Celcelûtiye’den aldığı bir kuvvet ve feyizle vazife-i hilâfetin en ehemmiyetlisi olan neşr-i hakâik-ı