Risale-i Nur’da daima dava edip demişim: "Zaman tarîkat zamanı değil, belki îmânı kurtarmak zamanıdır. Tarîkatsiz Cennete gidenler çoktur, îmânsız Cennete giden yoktur" diye bütün kuvvetimizle îmâna çalışmışız. Ben hocayım, şeyh değilim. Dünyada bir hanem yok ki, nerede tekkem olacak? Bu yirmi sene zarfında, birtek adam yok ki, çıksın desin, "Bana tarîkat dersi vermiş; ve mahkemeler ve zabıtalar bulmamışlar. Yalnız, eskiden yazdığım tarîkatlerin hakîkatlerini ilmen beyan eden "Telvihât Risâlesi" var ki, bir ders-i hakikattir ve yüksek bir ders-i ilmîdir; tarîkat dersi değildir.
Emirdağ Lâhikası-l, s. 28.
Hapishanede-Allah rahmet eylesin-mühim bir şeyh ve mürşid ve câzibedar bir Nakşî evliyasından bir zat, dört ay mütemadiyen Risâle-i Nur’un elli altmış şakirtleri içinde celbkarane sohbet ettiği halde, yalnız birtek şakirdi muvakkaten kendine çekebildi. Mütebakisi, o câzibedar şeyhe karşı müstağnî kaldılar. Risâle-i Nur’un yüksek, kıymettar hizmet-i îmâniyesi onlara kâfi olarak kanaat veriyordu.
O şakirtlerin gayetkeskin kalb ve basîreti şöyle bir hakîkati anlamış ki:
Risâle-i Nur’a hizmet ise, îmânı kurtarıyor; tarîkat ve şeyhlik ise, velâyet mertebeleri kazandırıyor. Bir