mezkûr hakîkate dahi işaretediyor. Yani, dünyada şu mü’min, kısmen kusuratından cezasını gördüğü için, dünya onun hakkında bir dar-ı cezadır. Dünya, onların saadetli ahiretlerine nisbeten bir zindan ve Cehennemdir. Ve kâfirler, madem Cehennemden çıkmayacaklar, hasenatlarının mükâfatlarını kısmen dünyada gördükleri ve büyük seyyiatları tehir edildiği cihetle, onların ahiretine nisbeten dünya cennetleridir. Yoksa, mü’min bu dünyada dahi kafirden mânen ve hakîkat nokta-i nazarında çok ziyade mesuttur. Adeta mü’minin îmânı, mü’minin rûhunda bir cennet-i mâneviye hükmüne geçiyor; kâfirin küfrü, kâfirin mahiyetinde mânevî bir cehennemi ateşlendiriyor.
Lem’alar, s. 46.
Bir kısım zayıf kardeşlerimiz muvakkaten vazgeçseler, belki kendileri bu belâdan kurtarılır diye iki defa bu imtihana giren ve mukabilinde bu kadar zahmet çektikten sonra faydasız, zararlı, kalben vazgeçmek değil, belki yalnız onları aldatmak için sırf zâhiri bir içtinab gösterebilir. Yoksa, hem kendine, hem
Dünya mü’minin zindanı, kâfirin ise cennetidir. (Hadîs-i şerif: Keşfü’l-Hafâ, c.1. s. 410; Müslim, Tirmizî, Taberanî rivayet etmişlerdir.)