İşte o zât, bu sırr-ı teslimiyeti anlamasıyla, hârika bir sûrette çok defa muzaffer olmuştur.
Evet, insanın elindeki cüz’-i ihtiyârî ile işledikleri ef’âllerinde, Cenâb-ı Hakka âit netâici düşünmemek gerektir. Meselâ kardeşlerimizden bir kısım zâtlar, halkların Risâle-i Nur’a iltihakları şevklerini ziyâdeleştiriyor, gayrete getiriyor; dinlemedikleri vakit, zayıfların kuvve-i mâneviyeleri kırılıyor, şevkleri bir derece sönüyor. Halbuki üstâd-ı mutlak, muktedâ-i küll, rehber-i ekmel olan Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm,
-1- olan fermân-ı İâhîyi kendine rehber-i mutlak ederek, insanların çekilmesi ile ve dinlememesiyle daha ziyâde sa’y ü gayret ve ciddiyetle tebliğ etmiş. Çünkü,
-2- sırrıyla anlamış ki, insanlara dinlettirmek ve hidâyet vermek, Cenâb-ı Hakkın vazifesidir. Cenâb-ı Hakkın vazifesine karışmazdı.
1 Peygambere düşen ancak tebliğ etmektir. (Mâide Sûresi: 99.)
2 Sen sevdiğin kimseyi hidâyete erdiremezsin. Ancak Ailah dilediğine hidâyet verir. (Kasas Sûresi: 56.)