İşârâtü'l-İ'câz Bakara Sûresinin on yedi on sekiz on dokuz ve yirminci âyetlerinin tefsiri

sahipsiz kaldığını bildiği gibi, herşeyi de madum bilir. Ve vahşetle ihata edilmiş, sükun ve sükunet içinde bütün mahlukata ecnebi nazarıyla bakar. Münafıkın şu bakışıyla mü’minin bakışı arasında dağlar kadar fark vardır. Zira, mü’min olan zat, nur-u iman ile bütün mevcudatı kendisine dost ve aşina bilir. Ve kainatla, tevahhuş etmek değil, tam bir ünsiyeti ve muarefesi vardır.
İkinci temsilin hülasasına göre: Münafık olan adam, alemi musibetleriyle öldürücü, belalarıyla boğucu, dehşetli hadisatıyla tehdit edici, şedaidiyle sıkıcı bir şekilde görür. Bütün dünyayı, envaıyla beraber kendisine adavet etmekte ittifak ettiklerini zanneder. İşte o münafıkın bu zannına göre, alemde ona menfaat verecek hiçbir şey yoktur. Bütün eşya ve mevcudat onun aleyhindedirler. Halbuki mü’min olan zat nur-u imanın iktizasıyla, kainatın yaptığı tesbihleri ve tebşirleri manen işitir, ferahnak olur.
Ve keza, Kur’an-ı Kerimin temsil hususunda yaptığı tekrar, münafıkların iki kısma ayrılmış olduklarına işarettir. Birisi, süfli ve ami olan tabakadır. Bu tabakanın haline uygun birinci temsildir. İkincisi, kibirli, gururlu, güya yüksek tabakadır. Buna münasip ikinci temsildir. Demek temsillerin tekrarı, kısımların taaddüdüne işarettir.
Sual : Pu ikinci temsilin münafıkların nazarına göre, bu makamla münasebeti nedir?
Elcevap : Kur’an-ı Kerimin muhataplarından tabaka-i ulada veya saff-ı evvelde olanlar, daima sahralarda gezen çöl adamlarıdır. Bunlar, bilumum bu hadiseyi ya görmüşler veya ebna-yı cinslerinden işitmişlerdir. Hem böyle ateş yakmak meselesi efkar-ı amme ile alakadardır. Ve bu hadise onlara bir darb-ı mesel kadar tesir eder. Sonra ikinci temsilin birinci temsille münasebeti pek aşikardır. Zira, o ona ikmal edici bir tetimmedir. Hatta çok noktalarda da ittihadları vardır.
Sonra, bu ikinci temsilin, münafıkların haline beş cihetten münasebeti vardır.
Birincisi: Her iki taraf da öyle hayrete düşmüşlerdir ki, kendilerine kurtuluş yolları tamamen kapanmış, necat vesileleri kaybolmuştur.
İkincisi: Her iki taraf da korku şiddetinden, bütün mevcudatın kendilerine düşman olduklarını zannederler. Bir dakika bile ölüm tehlikesinden emin olmazlar.
Üçüncüsü: Her iki taraf da dehşetin şiddetinden akıllarını kaybetmiş deliler gibi olurlar. Hatta kılıçların parıltısını görüp gözlerini yummakla veya tüfeklerin seslerini işitip kulaklarını tıkamakla ölümden tahaffuz etmek isteyen veya güneşin gurubunu istemediğinden saatin zembereğini kısaltan ahmaklar gibi bir vaziyet gösterirler. Halbuki kulaklarını tıkamakla veya gözlerini yummakla gök gürültüsünden veya şimşek çakmasından kurtulamazlar.